Alıntı

Yılmaz Güney sözleri

 

Erkek adam, vakit geçireceğine değil, ömür geçireceğine hayatını verir.

Dalından düşen yaprak, rüzgarın oyuncağı olur.

Ne kemik uğrana köpek olduk ne de menfaat uğruna çakal… Biz hayatımız boyunca hep dik durduk.

En zor zamanda dahi başarıya gitmenin tek yolunu çalışmaktadır.

En büyük ŞEREFSİZLİK küstükten sonra bildiği her şeyi başkalarına yumurtlayan arkadaştır..

Dostluğu ve sevgiyi, yeni doğmuş tüm bebeklerin yüreğine yazmak isterdim onlarla birlikte büyüsün bütün dünyayı sarsın diye.

Sen hiç ölümün gölgesinde özgürlük yaşandın mı? Bir garibanın elinden tutup kadere REST çektin mi?

Geride kalan tek şey yüreğim. Sahip bile çıkamıyorum artık ona! Baksana almış başını gitmiş sana.

Ne çayın şekersizine nede insanın şerefsizine alışamadım gitti..

Eğer bir toplumda, devrim ve toplumsal değişim için koşullar olgunlaşmışsa ama bu toplumsal değişimi gerçekleştirecek bir güç yoksa o toplum, için için çürümeye başlar.

Biz de bilirdik sevgiliye karanfil almasını, lâkin aç idik, yedik karanfil parasını.

Dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığımız bir insanın gözyaşı bile içimizi parçaladı. Kedilere ağladık, kuşların yasını tuttuk.

Bize mutluluk resmi çektirmedi bu hayat. Ya elimizde kelepçe ya önümüzde silah..

FİLM REPLİKLERİ

Ben en azından katilimi tanıyorum fakat sen bir gün sevilmediğin bir yürekte, kim vurdu ya gideceksin.

Sizi, kendi yarattığınız sosyal-siyasal çelişmeler içinde, döktüğünüz ve dökeceğiniz kanlar içinde boğacağız. Bizim ülkemize dönme hem de zaferle dönme umudumuz ve güvenimiz vardır. Ama sizler bir gün kaçacak ve bir daha dönemeyeceksiniz. Beyaz Ruslara bakın, kral Faruk’a, Şah’a, Somoza’ya bakın ve halkın geleceğini görün.

Ben kimsenin canını yakmadım onlar benim ateş olduğumu bile bile geldiler..

On binlerce, milyonlarca insan beni izler hedefim onların sevgisine layık olmak, farkında olmadıkları; şeyleri göstermek, onları uykularından uyandıracak filmler yaparak onları toplumsal mücadeleye katmak için çalışırım.

Biz parayla doğmadık her parası olanı da adam yerine koymadık.

Dağlarımız, ovalarımız ve ırmaklarımız bizi bekliyor. Biz bütün ömrümüzü gurbette geçirip gurbet türküleri söylemek istemiyoruz. Biz yiğitlikleri ile destanlar yazmış bir halkız ve önümüzde duran bütün güçlükleri yenecek. Aceme, kararlılığa ve koşullara sahibiz. Dost ve düşman herkes bilsin ki; kazanacağız, mutlaka kazanacağız.

Sana herkes bakar da, benim gibi sever mi?

Ben kimsenin canını yakmadım; onlar benim ateş olduğumu bile bile geldiler.

Hayatı kendim için yaşamıyorum! Ve korkmuyorum hiçbir şeyden. Başıma gelecekleri de biliyorum. Her şeye rağmen düşmana inat yaşayacağız. Yarın bizim çünkü.

Arkadaşlar! Dışarı da bir şeyler oluyor farkında mısınız? Uykuda olanları sarsın, uyandırın. herkese söyleyin, yakında ışıklar kesilebilir. Karanlıkta ne yapacaksınız?

En zor en imkânsız zamanda dahi başarıya gitmenin tek yolu çalışmaktır.

Asıl hapishane insanın kafasında yarattığı hapishanedir. Hayatı sınırlayan hapishane odur ki, ilk fırsatta yıkılmalıdır. Dünyayı daha iyi kavrayabilmek için.

Silmeye alışkın insanlardık. Önce gözyaşlarımızı, sonra birbirimizi.

İçimi yalayıp geçen hüzün geride mutlu düşler bırakıyor sevgili.

On yıl sustum artık bağırmak istiyorum!

Ne güzeldir bilmediğin birinin derdine üzülebilmek ve çare aramak. Ben bütün hayatımda hep üzüldüm, hep yandım.

Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü, bazen bir serçe kadar güçsüzsem, bir nedeni vardır.

Bir köpeğin dostluğu, bir dostun köpekliğinden iyidir.

Kızdığım zaman değil, sustuğum zaman bitmiştir.

Arkadaşlar! Dışarı da bir şeyler oluyor farkında mısınız? Uykuda olanları sarsın, uyandırın. Herkese söyleyin, yakında ışıklar kesilebilir. Karanlıkta ne yapacaksınız?

Bazıları çok fakir… Düşünsenize, sadece paraları var.

Damla damla sevgili. Bir gün akıp gideceğiz hayata. Duvarlar yıkılacak, açılacak bütün kapılar bilesin. Benim yüreğim sensin şimdi, seni vurur durur. Ve yine damla damla çoğalıyorsun içimde.

Hayat bize mutlu olma şansı vermedi sevgili, biz kendimizden başka herkesin üzüntüsünü üzüntümüz acısını acımız yaptık.

Unutmak zaman ister demiştim, yanılmışım. Zaman değil yürek istiyormuş. O da sende kaldı.

Teller büyük evleri korurmuş, köpeklerde büyük! adamları.

Sen elin cilalı mermer taşlarında kibar beylerle dans ederken, ben her gün Azrail’le dans ediyordum!

Zor en imkansız zamanda dahi başarıya gitmenin tek yolu çalışmaktır.!

Adam olmak bir gruba sahip olmak değil bir duruşa sahip olmaktır.

Bizim parasızlıktan kesemediğimiz sakalımız serseriye moda olmuş.

Hayatın iyi, uslu bir seyircisi olmaktansa hayatın içinde başarısız bir adam olmak bin kere daha iyidir. İyi bir boks seyircisi olmaktansa, kötü bir boksör olmayı göze almak daha iyidir.

İçimi yalayıp geçen hüzün geride mutlu düşler bırakıyor sevgili.

Her şeye rağmen düşmana inat yaşayacağız. Yarın bizim çünkü.

Arkadaşlar! Dışarı da bir şeyler oluyor farkında mısınız? Uykuda olanları sarsın, uyandırın. Herkese söyleyin, yakında ışıklar kesilebilir. Karanlıkta ne yapacaksınız?

Sorunun esası şudur: Ya devrim yolunu seçeceğiz… Ya da, bu düzenin baskılarına, haksızlıklarına boğun eğerek, şu ya da bu biçimde teslim olarak yaşamayı seçeceğiz. Bu çeşit bir seçiş, yok olmanın bir biçimidir.

Baylar, korkunuzu, telaşınızı anlıyoruz. Bugün otlandığınız toprakları, fabrikaları madenleri korumak için her türlü vahşete hazırsınız. Ama bilmelisiniz ki, korkunun ecele faydası yoktur ve hiçbir vahşet bizi haklı davamızdan caydıramayacaktır.

Read More...

Alıntı

Yılmaz Erdoğan’a ait sözler ve yazılardan alıntılar

Seninle karşılaşmam hayatımın en büyük hatasıydı ve sırf seninle diğer tarafta karşılaşmamak için helal ediyorum hakkımı!

Bizi bilirsin, yaşamak biliriz, vademiz dolduğunda avuçlarına gömülmeyi.

Birisi bana ne yapıyorsun deyince, kısık bir sesle hiç diyorum. Kimse anlamıyor; hayatın içinden çıkamıyorum

Sana yangında kurtarılması imkansız acılar bırakıyorum.

Aşkın her halini gördüm! O yüzden artık ne hali varsa görsün!

Bir daha olmaz beni bu acımasız yalancı dünyaya kimse bağlamaz dersin sonra da sen çıkarsın inatla yaşamak zorundasın diyorsun ve emre itaat etmek zorunda oluyorsun her şeye rağmen tüm pisliklerine rağmen dünyayı seversin ve tüm kötülükleri görmez gözün sevgin o kadar büyük olur ki hiç bir şey umurunda olmaz ama bir anda acılar bir patlak verir feleğini şaşırırsın böyle.

Şarkılar bir çığlığa sığınmaksa. Şimdi, sonsuz bir yangın gibi. Sevmesem öyle kolay çekip gitmek; Yaralı bir kuş gibi.

Bende sana yetecek kadar ben kalmadı.

Eşyalar alındı fotoğraflar söküldü yerlerinden ve bir aşkın izlerini yok edecek başka bir aşk sipariş edildi yeniden.

Sizi sevenlerin sevgisine dikkat edin bazı sevgilerin son kullanma tarihleri geçmiş, bozuk çıkıyorlar.

Saklama yeteneği yüksek olan, güçlü biriyim. Hatta gözlerimden yaşlar düştüğünde bile şu iki kelimeyi söylerim: ben iyiyim.

Göz yaşlarım avucumda ve ben yine kapında. Bir kapıyı açıp AFFETTİM desen inan dökebilirim içimde ki dertleri de avucumda ki göz yaşlarımı da.

Ben, senin için ‘belkiydim’. Sen benim için ‘keşke’. ‘Belki’ seviyordur diye ‘keşke’lerim ısrarcı bu gece..

Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı, sesinin sesimde yankılanmasının.. sanki perdedekine üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün içime.. Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim seyir defterimde.. ve ben Amerikanca bi filmi Kürtçe seyrediyorum.

Gidebilirsin yada beni unutabilirsin. Ama ben yokmuşum gibi yaparsan eğer, hiç olmamışsın gibi davranırım! Kıvranırsın..

Biz, aynı tavla tahtasında farklı iki pul gibiyiz. Öyle ya, ‘birbirimizi kırmadan oyunu bitiremeyiz..

Papatyalar suçlanmamalı artık sevmiyor diye. Zaten sevse; ottan böcekten medet umulmazdı herhalde.

Kendine güvenip, ağzı laf yapanlara laf yaptığı içinde kendini adam sananlara kısa bir hatırlatma lafla adam olunmuyor .

O kadar yoruldum ki artık hiçbir şeye şaşırmıyorum ve umurumda değil hiç kimse, ne halim varsa görmekle meşgulüm.

Söylemek isteyip de söyleyemediğim çok şey var. Kiminin yüzüne kiminin gelmişine, geçmişine.

İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında ( Ankara ‘da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman) özlemeye başladım herkesi… Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra.

Denize sıfır evi hiç istemedim ben, ama hep gökyüzüne sıfır hayallerim vardı.

Neymiş, birini seviyorsak serbest bırakacakmışız, dönerse bizimmiş dönmezse hiç bizim olmayacakmış. Güvercin besliyoruz sanki.

Senden önce yaşam olduğu için senden sonra da olur sanma.

Çorap değiştirir gibi sevgili değiştiren, her yeni ilişkide temiz sayfa açtım diyenlere sesleniyorum: sizin defter kaç ortalı?

Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim, çocuk olmaktan. Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam.

Kaybetmeyi bilmeyen insana kaybetme korkusunu yaşatacaksın.

Seni seviyorum, ama seni sevmeyi eskisi kadar sevemiyorum.

Küskünlüğüm hayata değil, içindeki beş para etmez insanlara. Bıkkınlığım ise, onların yüzüne bakmak zorunda kalmam aslında.

Gitmen demek nefesimin kesilmesi demektir.

Ben bardak kırsam sakarım, annem kırsa nazar. Babam kırsa o bardağın orda ne işi var .

Pili bitmiş bir fotoğraf makinesi gibiyim artık. Kimseyi çekemem!

Sadece hayal kırıklığına değil hayat kırıklığına da uğrattılar.

Ağlatıyorsan gözyaşlarını silmeye gerek yok.

Mevsim ne olursa olsun her bakışında ilkbaharın taze kır çiçeklerini görüyorum.

Ölesiye değil yaşanılası gibi seviyorum seni, aldığın her nefeste yanında olmak gibi seviyorum işte.

Anladım ki ağaçlar, toprağa acı verdikçe büyüyorlar.

Gün gelir herkes gider buna sende dahil ey sevgili, bana vazgeçilmezim deme.

“Bir insanı sevmekle başlıyordu her şey” ve boşanmak için en az iki şahit gerekiyordu.

Sana, sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır. Aşk sorgusunda şahanem yalnızca kelepçeler sanıktır.

Zaman çok değişti. Artık katiller öldürmeden önce kendine iyi bak diyorlar.

Bende sana yetecek kadar ‘ben’ kalmadı.

Ve ben ne zaman kiminle sevişsem hala seni aldatıyorum.

Sevmeyene lafım yok ama seviyorum deyip de gidene lafım çok.

Hayatta herkesin uyacağı kural; “yolcu yolunda gerekmiş” tir.

Bir beyaz tutsaklık. İnsan kendine iltica edebilir mi?

Artık zaman bile yetmiyor yaşadığımızı sanmaya.

Yaşadıklarımız yazılıydı yazılmayan kitapta, okuyabilene.

Yoksulluk, kirden rengi tanınmayan.

Hadi şimdi gider pusulasına yazın kardeşlerimizin vasiyetlerini. Vergiden düşün babasız kalan çocukların acısını.

Dünyanın bütün okyanuslarından vazgeçiyorum ve gözlerinde ki Karadeniz’de boğulmak istiyorum.

Sen çok güzelsin sebepsiz de gülebilirsin.

Güvendikçe yenildim, yenildikçe değiştim.

Ne zaman öleceğimi bilseydim, ölüm anında gözlerinin içine bakardım sadece.

Devrimle yoğrulmuş bir aşk istiyorum mülteci bakışlarından.

Kalbim etten bir organ sadece kalbim yüreğim olur sen gelince.

Eskiden aşk’ından yataklara düşenler vardı, şimdide aşk diye yatağa düşenler var.

Gökyüzünde hayranlıkla izlediğim o sevgili yıldızım, mavi mekanından düşerek, ışıltısından, muhteşemliğinden, bir şeyi kaybetmeden bir kadına dönüşüver.

Aşkımız

Aşkımız iki gözlüklünün öpüşme çabasıydı;

gözlükleri çıkarmak hiç aklımıza gelmedi.

 Hiç düşündün mü belkiyi

 Belki, eline en yakışan takı benim elim.

 Belki de en belli olacak yalan, benim söylediğim…

 Belki sen ve belki ben…

 Yoksulluk, kirden rengi tanınmayan

 bir beyaz tutsaklık…

İnsan kendine iltica edebilir mi?

 Ölü olarak ele geçiriliyor en sıcak insan sözleri..

 Ve hüznüm bir kamu morgunda işe başladı.

Read More...

Alıntı

Tuncel Kurtiz ve canlandırğı karakterlerden alıntılar

Ben senin için boşa kürek çektiğimi, sen bir başka bir gemiye bindiğinde de anladım.

Oyunun sonuna geldiğinde, çoktan tükenmiştir gidecek olduğun yerlerin.

Öldürmek için gelen öldürmeden dönebilir ama ölmek için gelen… Ölmeden dönmez.

Yaptıkları ile küçülenler, laflarıyla büyüdüklerini sanmasınlar.

Seni önceden saçma sapan sevmişler Selma benimkisi ağır geldi tabi…

Sözler verilir sözler unutulur ama gün gelir ihanet eden sadakat ister.

Ara sıra kenara çekilip seyretmek lazım yeğen… Bakmak lazım kimde ne kadarız ve kim bizde ne kadar…

Bir insan ne kadar merhametliyse o kadar kazık yer.

Daha önce acı çekmiş biriyle birlikte olun. Çünkü onlar mutluluğun değerini daha iyi bilirler.

Aynı sofradan yemek yemişti dostlar… Masada karnı doyan kalktı ve düşman oldu dostuna.

Hiçbir zaman öpüşecek birini aramadık, bizim içi ölsün de demedik. Hani biraz sevse üstünü biz tamamlardık.

İnanıyorum söylediğini candan söylediğine, ama bugünkü kadar yarın bozulur çok kez.

Kendi kendimize verdiğimiz sözü tutmak en çabuk unuttuğumuz şeydir; ne yapsak! Üzülme!

Bir şey olmuyorsa; ya daha iyisi olacağı için ya da gerçekten de olmaması gerektiği için olmuyordur.

Bu hayatta iki şeye güvenirim kardeş. Biri aynaya baktığımda gördüğüme, diğeri ise yukarı baktığımda görmediğime.

İyi kötü ne varsa yapan kendisiyken, tutar suçu yükler kendinden başkasına.

Silahı kullanacaksın ama sen tutmayacaksın!

Sırtını duvara dayayan mı köşeye sıkışmıştır? Yoksa arkasına dikkat etmeyen mi kardeş?

Dön bak arkana yeğen… Gitmez dediğin kaç kişi şimdi yanında…

Ben hiç mutlu olamaya çalışmıyorum. Denk gelirse mutlu oluyorum, gelmezse canı sağolsun diyorum yeğen…

Dünyayı değiştirmek için yola çıktık olmadı, değiştiremedik dünyayı… He, ama dünyada bizi değiştirmedi…

Ben hayatta iki şeye güvenirim kardeş. Biri aynaya baktığımda gördüğüme, diğeri yukarı baktığımda görmediğime…

Paran varsa insanlar seni tanır, eğer ki paran yoksa sen insanları tanırsın…

Bir dönemi masalsı bir anlatım içinde anlatmasına rağmen içindeki acı gerçek bıçak gibi saplanıyor insana.

Gecenin bir yarısı sorgun bitti diyip açarlarsa kapını aslında niye açtıklarını da bilirsin evlat.

Oyunun sonunda her yol, ayrı bir sondur.

Yapacak bir şey kalmayınca, hiçbir şey yapmamak en iyisi.

Aileden biri ayrıldığında, yüzünü unutsan da, sesi kalır seninle. Yinede devam eder seninle konuşmaya.

Nereye gidersen git şunu unutma. Herkes gün olur evine döner.

Kendinizi unutmayın paşa hazretleri bazı insanlar vardır ki kendi kendilerine zarar verirler.

Oğlum hak için, dinimiz için, devletimiz için çalışıp uğraşmak varken geceleri safahat alemlerinde günah işlemekle meşgulsun bunu nasıl yapıyorsun ben anlamıyorum.

Bazen karşımızdakine “kendi adıma çok üzüldüm” diyemediğimiz için, ”senin adına çok sevindim” deriz.

Tüm masumiyetiyle hayatımızda yer alan bu çocukların bu denli katledilmesine ve buna göz yuman duyarsızlara şaşırıyorum!

Silemiyorsan karalayacaksın.

Bir şey olmuyorsa ya daha iyisi olacağı için, ya da gerçekten de olmaması gerektiği için olmuyordur.

Seni ölüme götürse de, Doğrudan asla şaşmayacaksın.

Bir avuç kömür için, bir ömür verenlere. Dualarımız sizinle.

Ve son sözü hep alın yazısı söyler.

Hayatın kuralı bu; ne kadar uzağa gidersen git, başladığın yere dönersin sonunda.

Yalnızlığına iyi bak ve çok iyi sahip çık, kaç kişinin emeği var onda.

Sömürü ve işgal var ise ya istiklal ya ölüm diyen de vardır.

Bu alemde en mühimi adaletin terazisini doğru tutmaktır.

Kim kazanmış ki ben kazanacaktım seni bu şehri.

Ağaç da, sen ve ben gibi nefes alması lazım. Yakın çatarsan onları nefes alamaz.

Ailen olmadan kolay hedefsin düşmanlarına.

Sen kendin için yalvarırsın, ben sevdiklerim için.

Verdiğimiz kanlı dersi alan gelip bize veriyor aldığı dersi.

Aileden biri bıraktığında seni ya da sen bıraktığında aileni, karanlıkta hala çağırırsınız birbirinizi.

Bir babanın çaresizliği, çaresizliklerin en korkuncudur.

Baba ile çocuk, birbirine emanettir Tanrı’dan.

Ne kadar değişirsen değiş nerede mutlu olduysan hep oraya çevirirsin kafanı.

Ne kadar terbiye etsen de susturamazsın içindeki canavarı.

Geçmişe sorular soran kendi sesinin yankısını gerçek sanır.

Sen adamlarına öldürmeyi öğrettin, ben ise ölmeyi.

İnsan bir gün gırtlaklayacağı tavuğu sevmeye kalkarsa, aç kalır!

Kiminle güldüğünü belki unutabilirsin, ama kiminle ağladığını asla !

Merak; aşktan daha güçlü bir şey. Bir kere âşık olunca bilirsin aşkın sana ne yapacağını, ama merak öyle değil. Eğer birini merak edersen, o merak seni alır götürür.

Sevdiğini korumak için savaşman yetmezse eğer; en karanlık çare onun sevgisini öldürmektir.

 Sevdiğini kurtarmak için en kötü ihtimal, en son yol ona ihanet etmektir.

Sevilmeyi hak etmediğini düşünen herkes yalnızdır. Sevmekten korkanın kaderi ise yalnız kalmak değil, nefret ettikleriyle baş başa kalmaktır sonunda.

Herkesin bir geçmişi vardır, bir de geçmemişi.

Kaderimiz olan aşka değil de, aşkıyla kaderimizi değiştirene içelim!

Küfür şeytana mahsustur, tövbe insana! Aşk kadına yakışır, sevmek adama.

Bazen hayat seni öyle zorlar ki yolun başında kimdin unutursun.

Eğer birisi seni aldatmışsa, bu onun suçudur. Eğer o kişi seni pek çok kere aldatmışsa bu senin suçundur.

Bir kere ihanete uğradın mı, anılar sana bataklık olur yeğen. Hatırladıkça çekerler seni içeri. Hatırladıkça affetmek istersin yeğen.

Mademki; bu dünya bile yok olacak bir gün, sevginin bitmesine insan neden üzülsün?

Aşk mı kaderi kovalar kader mi aşkı? Daha kimseler çözemedi bu bilmeceyi.

Uykun gelmiyor diye gözlerini suçlama, Belki de o beklediğin uyku değildir.

Çünkü affetmek, unutmak demek! Öncesini hatırladıkça sonrasını unutmak istersin.

Erkek aldatıldığında ihanete uğrar. Kadın aldatıldığında tercih edilmediğini anlar.

Ezel duy sesimi! Bir kere ihanete uğradın mı anılar sana bataklık olur yeğen, hatırladıkça çekerler seni içeri, hatırladıkça affetmek istersin yeğen; çünkü affetmek unutmak demek, öncesini hatırladıkça sonrasını unutmak istersin, çırpınma boşuna yeğen, o hançer bir kere saplanınca sırtına çıkarmaya kalktıkça iyice kalbine gömersin

Herkes öldürür sevdiğini.

Yalnızlık, tek başına olmak değildir. Yalnızlık, pusuda bekleyen canavarla tek başına olmaktır.

Savaşırken göremezsin bazı savaşları kazanamazsın artık durmalı ve geri çekilmelisin.

Savaşmak aslında hasmınla savaşmak değil, sevdiklerinle savaşmaktır.

Zorunu benden duy yeğenim. Herkese yalan söylemen yetmez artık. Bundan böyle bir başına kalsan da artık, kendin olamazsın.

Kadere inanan insan tesadüfe inanmaz. Tesadüfe inanan adamsa kaderini kendi elinde tutamaz.

Hesap görmek, hesap etmekten zordur yeğenim.

Paranla şeref kazanma, şerefinle para kazan ki; paran bittiğinde, şerefinde bitmesin.

Hayatın kuralı bu, ne kadar uzağa gidersen git, başladığın yere dönersin sonunda. Ne kadar değişirsen değiş nerede mutlu olduysan hep oraya çevirirsin kafanı. Ne kadar terbiye etsen de susturamazsın içindeki canavarı. Nereye gidersen git şunu unutma. Herkes gün olur evine döner.

Gömdüm hepsini, geliyorum. Bütün ölülerimi gömdüm, geliyorum. İnsan yaşıyorken özgürdür Yaklaştım iyice, geliyorum. Her insan biraz ölüdür Biz de biraz ölüyüz. Ölüler ki bir gün gömülür. İçimizdeki ölüler, dışımızdaki ölüler. İnsan yaşıyorken özgürdür. İnsan yaşıyorken özgürdür.

Her şey kurşun olur sıkarsın kendi içine, Sevdiğini öldüren herkes bilir bunu.

Bazen yaşamak için öldürmek zorundasın. Bazen yaşamak için içindeki sevgi seni öldürmeden sen onu öldürmek zorundasın.

Değişmek zordur yeğenim ama bazen… Aynı adam olmak daha zordur… Hayat öyle yüklenir ki üstüne durduğun yerde çatır çatır çatırdarsın.

İyi niyetli kurbağa akrebe yardım eder. Akıntının ortasında kurbağa sırtında korkunç bir acı hisseder… İkisi de akıntının içine doğru sürüklenirken kurbağa sorar akrebe: “Niye yaptın akrep kardeş? Bak şimdi ikimiz de öleceğiz.” Akrep döner ve şöyle der: “napayım benim huyum bu.”

Güvercinin boynundaki o kırmızımtırak tüyler vardır ya, bir kere taktı mı güvercin o tasmayı boynuna başka birisini sevemezmiş, ama bazen fazla sevgiden güvercinler birbirlerini de öldürürlermiş, birbirlerinin gırtlağını deşerlermiş fazla sevgiden, o yüzden o kızıl tasmaya da güvercin gerdanlığı derlermiş.

Bazen hayat seni öyle zorlar ki yeğenim yolun başında kimdin… Unutursun…

Hesap görmek, hesap etmekten zordur yeğenim.

Bazen öyle acır ki için değiştin sanırsın şimdi dersin… Şimdi her şeyi yapabilirim…

Kendi kanını kendi elleriyle kurutan bir adamım. İşte ben böyle bir adamım. Ömer benim de oğlum o benim son oğlum. Ben ne Allah’ım ne de Azrail. Ne alabilirim oğlunun canını ne de geri verebilirim sana. Yapamam.

Güç gizden gelir yeğen!

Zorunu benden duy yeğenim, herkese yalan söylemen yetmez artık… Bundan böyle bir başına kalsan da artık kendin olamazsın…

Cesurun bakışı korkağın kılıcından keskindir yeğen!

Teslim olunmadan sadık olunmaz…

Benim oyunumla senin oyunun bir değil kardeş, benim senden alacaklarımı senin bu masaya koymaya cesaretin yok!

Ben yalandan mı iyi ettim seni yeğen, yalandan mı çakalların elinden kurtardım? Ben seni yoktan var ettim.

En çok sevdiğim iki insan yanımda gideceksek böyle gidelim yeğen, ha?

Unutma! Bin kere dönsen o güne, bin kere ihanet edecekler sana. Herkes doğasının gereğini yapar. Bin kere ihanet etseler sana çaresi yok bin kere gidersin yanlarına.

Bu gün bi köprünün tam ortasında durdum, aşağıda alevler, arkamda melek, önümde şeytan, ikisi de aynı soruyu sordu… Kimsin sen, kimin tarafındasın…

Aşk mı intikam mı, mahkum mu, cellat mı… hep ikisinden birini seçmen istendi… Ama hep bir üçüncü şık var… O da ateşe atlamak…

Portakalı soymadan içinin iyi olup olmadığını anlayamazsın.

Geçmişe dönmek başka, geçmişi silmek başka. Bir kere aktı mı zamanın içinden suyun yolu değişmez.

Dön bak arkana yeğen. Gitmez” dediğin kaç kişi yanında?

Bu sona nasıl geldim diye soruyorsan; kendine sorduğun ilk soruyu hatırlayacaksın!

Ne kadar değişirsen değiş, Nerede mutlu olduysan hep oraya çevirirsin kafanı.

Ben her şeyi olan ve kaybedeceği hiçbir şey olmayan insanım.

Read More...

Alıntı

Tuna Kiremitçi yazılarından alıntılar.

Gizemli olmak için çabalamıyordu ve onu asıl gizemli kılan buydu. Her şey olması gerektiği gibiymiş, düzeltilmesi gereken hiçbir şey yokmuş, tek yapmanız gereken ayak uydurmakmış gibi bir duygu veriyordu.

Hayatım senindir. Nefesim ve tenim senindir. Seni sevmekten dolayı yaşayacağım her şeyden ancak gurur duyarım…

Unutuş tam ne zaman gerçekleşti, bilmiyorum. Uykuya daldığımız anı hatırlayamayız ki…

Elbette bir acı yaşadım. Kanatlarım kırıldı. Elbette en kötüsünü gördüm. Şurada yaralarını usul usul, yaygara etmeden sarmaya çalışan bir kadınım.

Ev soğuktu. Yalnız kalmak istemiyordum.

Aşk, insanın kendisini aptal gibi hissetmekten hoşlanabilmesidir.

Yine de yaşamak zehirli bir şeydi. Her an yeni bir umuda dönüşerek kanımıza karışabiliyordu.

Bu işler böyleydi işte… İnsan bir kasım gecesi kaldırımın üstünde kalıveriyordu.

Sonra, gitti. İki saat sonra buluşacakmışız gibi ayrıldık birbirimizden. Bir daha hiç görüşemeyeceğimizin o an farkına vardım.

Sessizlik de icabında müziktir.

Bazı mektupların yazılmasını geciktiren bir kısır döngü var. Önce gücü yetmediği, ne söyleyeceğini bilemediği için yazamıyor insan. Sonra bu tereddütler yüzünden mektubun yazılması gereken zaman geçiyor. Tren kaçıyor yani. Bu sefer gecikmiş olmanın suçluluk duygusu engelliyor seni. Mektup asla yazılamıyor.

Gerçekler işine gelmiyorsa hayatında bir yamukluk var demektir.

Her şeye rağmen belki, hala, biraz genç sayılırdık.

İnsanoğlu yalnızdır. Yalnız doğar, yalnız büyür, yalnız ölür.

İnsan yalnızken kendini üstüne her yerden iğne yağan bir mıknatıs gibi hissediyor.

Kimseye sitemim, kimseden şikayetim yok. Belki şans yüzüme güler de aklıma yeni bir cümle gelir diye, kalbimin derinliklerini kalemimle yokluyorum.

Yazının büyüsüne kapılıp yalnızlığa sürüklenenler gibi, aşkın büyüsüne kapılıp iki kişilik bir ıssızlık inşa edenler de var.

Aslında yazı da aşk da aynı şeyini tehdit ediyor insanın: özgürlüğünü.

Gördüğümüz her şeyi anlayıp yorumlamak iflahımızı kesiyor hayat botunca. O çok övündüğümüz zekamız bizi yalnız ve huzursuz varlıklar haline getirmekten başka işe yaramıyor.

Yolculuk güzel bir yalnızlıktır. Sadece sana ait olan, kimsenin elinden alamayacağı bir zaman parçası. Ben keyifsizken başkalarının kelebekler gibi sektiğini görmekte içimi acıtan bir

şey var.

Başkalarının hayatını o kadar merak ediyorsanız roman okuyunuz.

Çizgiyi aşıp varlığımızı acıtan deneyimlerden geçtikten sonra mutluluğun ve mutsuzluğun ötesinde bir yere ulaşırız.

Hayatımızdan geri getirilmesi imkânsız bir dakika geçti.

Aslında ciddi şeylerdir karikatürler; her biri yaşantımıza akıl ve neşe katar.

Biraz da sana bağlı, üzülüp üzülmemem.

Galiba insan kendi bencilliğiyle en çok bir mezarı ziyaret ettiğinde yüz yüze geliyor.

Hiçbir duygusunu tek başına yaşayamayan bir kızdı Ayşe; içinde olup bitenleri etrafına yaymadan, tüm dünyayı kendisine dahil etmeden nefes bile alamazdı.

Müzik yapmanın insanlar üzerindeki iyileştirici gücüne defalarca şahit olmuştum, insanın elindeki aletle bir bütün haline geldiği bazı anlar vardı. O zaman tek başımıza bir varlık olmaktan çıkıyorduk. Etrafımızdaki dünyanın iyi kötü bir parçası haline geliveriyorduk. Gitarı doğal bir uzantımız gibi hissedersek eğer, gitarın yapıldığı ağacı, ağacı besleyen toprağı, toprağı var eden suyu da hissedebilirdik. Ben böyle düşünüyordum.

Bense hayatta bir şeyleri becermeyi galiba sadece annem için istedim. Sırf onun yüzünde keder dışında bir ifadenin nasıl duracağını merak ettiğim için.

Bence hepimiz kalbimizin derinliklerinde aynı şeye ihtiyaç duyuyoruz. Bir şey kalbimizi yakalasın, yalnızlığımızı gidersin istiyoruz.

İnsanın aşırı büyük bir güç karşısında aciz hissettiği andı bu. Alacak nefes, kuracak cümle kalmıyordu.

En sağlam direniş: Kalbi temiz tutmak.

Kızcağız uyuyordu, çünkü içi rahattı. Her şeyi çözdüğünü zannediyordu. Sanıyordu ki, bu hikâyeden geriye kalan sadece usul usul kanayan bir yaradır. Onu da zaman halleder, insan uyuyabilir artık.

İnsan tören sürerken ölümün ciddiyetini kavrayamıyor nedense. Ölüm hiç olmadığı kadar zararsız görünüyor.

İlk başta hep böyle olur. Sırtından tonlarca yük kalktığını hisseder insan.

Kimse yarınını bilemiyor artık. Bir fırsat varsa insan onu kullanmalı.

Ondan öncesi vardı, bir de ondan sonrası.

Onun yanındayken sözcükleriniz görünmez bir duvardan sekip size geri dönerdi.

İnsan aklı, sağlığını koruyabilmek için olmadık taklalar atabiliyor.

Yüksek sesle söylenince hiçbir şey korkutucu görünmüyordu insana. Sanki sesimle beraber sıkıntım da benden çıkıp uzayın derinliklerinde kayboluyordu. Bazen de bu konuşmalarımı kaydediyordum. Kendi sesi insana nasıl yabancı gelirse, dertlerim de o kayıtları dinlerken bana öyle uzak ve zararsız görünüyordu.

Yine de yaşamak zehirli bir şeydi. Her an yeni bir umuda dönüşerek kanımıza karışabiliyordu.

Ne zaman kendimi böyle rahat hissetsem, karşı yönden gelen bir de huzursuzluk duyarım. Rahatladığım anlarda savunmasız hissediyorum herhalde kendimi.

Eski Türk filmlerinde adamların konuşurken neden kadınlara sırtlarını döndüklerini işte o an anladım. Gözlerim dolu dolu olmuştu ve geriye dönecek olsam bir rezalet çıkaracağımı adım gibi biliyordum.

Bir kişiyi yargılamadan önce dualarına bakın.

Elbette bir acı yaşadım. Kanatlarım kırıldı. Elbette en kötüsünü gördüm. Şurada yaralarını usul usul, yaygara etmeden sarmaya çalışan bir kadınım.

İntihar etmenin en iyi tarafı buydu; başarısız olduktan sonraki her şey insana tatlı geliyordu.

Ne çalacağınıza karar veremediğiniz durumlarda Beatles en iyi seçenektir.

Oysa şimdi anlıyorum ki insan elleriyle biçim vermeli kendi yalnızlığına, bir heykele biçim verir gibi…

Bir yanım onu giyotine yollamak isterken diğer yanım hâlâ korumaya çalışıyor olabilir.

“Fırtınaları severim ” dedi: “Şu hayattaki her şeyin geçici olduğunu hatırlatırlar.”

Şimdi ben, genç kızlığının dünyasında misafir bir kadınım. Başımdan bir hayat geçti…

Gerçi güzel kadınların ayna karşısındaki hazırlıklarını sonsuza kadar seyredebilirim. Onların ruj sürüşleri, gözlerine kalem çekişleri, allığı ve pudrayı kullanışları şu dünyadaki en güzel görsel şölendir.

Her şey bir tereddüt” dedi. “Bu kainat bilinmeyen bir Tanrı’nın tereddütü.Sona ermek için onun kararını bekler gibiyiz.

Read More...

Alıntı

Oğuz Atay yazılarından alıntılar

Aklımdan çıkmıyor, aklım çıkıyor. O çıkmıyor!

Ne ölmek nefessiz kalmaktır, Ne de yaşamak nefes almaktır… Yaşamak; sevilmeyi hak eden birine yaşamını harcamaktadır.

Gözleriniz çok ses çıkarıyor Albayım…

Ben yaptığımda, bütün yanlışlar doğruydu.

Sen duydun mu sustukları mı

Bazen gözlerde yaş akmaz ama kalp ağlar sessizce…

Beni ya şımartın ya da kapı dışarı edin… Yarı içtenliğiyle dayanmam zor benim…

Cam kırıklıkları gibidir bazen kelimeler, ağzına dolar insanın. Sussan; acıtır konuşsan kanatır.

Bazılarımız şiirlere, şarkılara, filmlere, kitaplara tutunuyor. Sanırım artık insan tutunamıyor insana…

İnsan başkalarındaki kötülükleri görerek iyi olmaz.

Neden sadece bir hayal ürünüsün Olric? Siz gerçeksiniz de ne oluyor efendimiz…

Yaşar gibi yapmaktan özlemez gibi yapmaktan, iyiymiş gibi yapmaktan, nefes alıp onu içimde tutmaktan sıkıldım.

Nereden başlıyorduk? İlk önce seviyor muyduk, yoksa ilk önce güveniyor muyduk?

Gel seninle bir daha ağlayalım; yaşanmışlara, yaşanmamışlara, bir de hiç yaşanamayacaklara.

Kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir sorunu çözemez.

İyi şeyler birdenbire olur; bu kadar bekletmez insanı. Sürüncemede kalan heyecanlardan ancak kötü şeyler çıkar. Ya da hiçbir şey çıkmaz.

Fotoğraf çekilirken, nedense kendimizi gülümsemek zorunda hissediyoruz. Yani aslında ona bile mutluluk oyunu oynuyoruz.

Bazen ne yaparsan yap yaranamıyorsun. Ve yaranamadıkça yaralanıyorsun.

Beni anlamıyorlardı. Zarar yok. Zaten beni, daha kimler anlamadı.

Yalnız insanların kendi içinde başlayıp biten eğlenceleri vardır.

Tabiat, sırlarını bakmasını bilene açıklarmış.

Sırf onun eseri diye… Öyleyse, ben de hayatımın sonuna kadar aynı yerde kımıldamadan oturacağım. Herkes istediği kadar koşsun. Beni anlayacak insan, oturduğum yerde de beni bulur…

Zaten senin ‘’hiçin’‘ fesat..

Yemek koyulurken, “bu kadar yeter” dedikten sonra mutlaka bir kaşık daha yemek koyan kişiye “anne” denir. Ve o her şeye değerdir.

Beni anlamalısın. Çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum.

Tarih bir tahriften ibarettir. Tarih, geçmişten geleceğe uzanan ve bugün gördüğümüz bir rüyadır. Bütün rüyalar gibi tarih de yorumlanabilir; ama görülürken değil.

Hayatımın başı ve sonu belliydi; hiç olmazsa ortasını kaçırmamalıydım.

Zaman her şeyin ilacıysa, fazlası intihara girmez mi?

İlk çekingenlikler ne kadar tatlıdır. Oysa insan, bu beceriksizlikleri bir an önce yenmeye çalışır. Bütün gücüyle büyüyü bozmak, buzları kırmak için uğraşır.

İnsan çok sevdiği halde neden her defasında terkedilir? Ve beklenenler, neden hep vazgeçildikten sonra gelir?

İyi geçinmek İki kişinin kusursuz olmasıyla değil. Birbirlerinin kusurlarını hoş görmesiyle olur.

Hayatta silgim hep kalemimden önce bitti. Çünkü kendi doğrularımı yazacağım yere, tuttum başkalarının yanlışlarını sildim.

Son bir şans daha verme, sevgine layık olmayana. Merak etme, aşk yürek işidir ve yüreği olmayanın kalbi kırılmaz nasılsa.

Kimsenin yaşantısını beğenmedim. Kendime uygun bir yaşantı da bulamadım.

Yalnızlığına iyi bak, sahip çık. Kaç kişinin emeği var onda kim bilir?

Onunla ne zaman lades oynasak hep o kazandı. Kalbimdeyken nasıl aklımda derdim.

Ne zaman hayata tutunmaya çalışsak, hep mahrem yerleri geldi elimize.

Siz bilmezsiniz albayım, insanlık tek başına kollarımda can verdi. Yanında kimseler yoktu.

Nedensiz ve sebepsiz sevdim seni. Çünkü bir sebebi olsa, aşk olmazdı bunun ismi.

Söyle evladım’ diye teselli ederdi annem beni. Söyle de içine hicran olmasın. Hicran oldu anne.

Koca bir ömrü harcamak dedikleri gerçeğin altını seninle çizdim ben.

Ben, senin bilinçaltı karanlıklarına ittiğin ve gerçekleşmesinden korktuğun kirli arzuların, ben senin bilinçaltı ormanlarının Tarzan’ı! Yemeye geldim seni. Benden kurtulamazsın. Ben, senin vicdan azabınım!

Oysa bizim bütün güzelliğimiz, yaşadıklarımızla düşündüklerimiz arasındaki acıklı çelişkinin yansımalarından ibaretti.

Koca bir ömrü harcamak dedikleri gerçeğin altını seninle çizdim ben.

İki kadına adamak istiyorum hayatımı. Biri “erkeğim” desin bana, diğeri sadece baba.

Herkes birikmiş bizi seyrediyor. Dağılın! Kukla oynatmıyoruz burada. Acı çekiyoruz.

Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım.

Siz bilmezsiniz albayım, insanlık tek başına kollarımda can verdi. Yanında kimseler yoktu.

Neden yalnızlıktan şikayetçidir ki insan. Ne yani, mutlu olması için bir sevgiliye mi muhtaçtır her zaman.

Provası yok hayatın. Ne yeniden yaşamak mümkün, ne de yaşadıklarını silebilmek. Önemli olan, ilk defa değil son defa sevebilmek.

İnsanlar bozuk para gibidir. İki seçenek vardır; yazı ya da tura. Bir yüzünü gösterirken bize diğer yüzünü zaman gösterecektir.

Kimsenin yaşantısını beğenmedim. Kendime uygun bir yaşantı da bulamadım.

Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için on bin kitap okumuş olmayı isterdim dedi. Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek; seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda.

Beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma, boş yere mağaramdan çıkarma beni. Alışkanlıklarımı, özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna.

Beklenen hep geç geliyor; geldiği zaman da insan başka yerlerde oluyor.

Yalnızlığı çok seversek, bir gün o da çekip gider mi?

Ben ölmek istemiyorum. Yaşamak ve herkesin burnundan getirmek istiyorum.

İçimden şehirler geçiyor, sen her durakta duruyor, inmiyorsun.

Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler; ağzına dolar insanın. Sussan acıtır, konuşsan kanatır.

Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor.

Ben, senin bilinçaltı karanlıklarına ittiğin ve gerçekleşmesinden korktuğun kirli arzuların, ben senin bilinçaltı ormanlarının Tarzan’ı! Yemeye geldim seni. Benden kurtulamazsın. Ben, senin vicdan azabınım!

Oysa bazı insanlar vardır; en çamurlu yerlerden bile kolalı beyaz gömleklerini ve açık renk pantolonlarını kirletmeden çıkarlar. Böyle adamlar hayatta başarıya ulaşırlar.

Olric Biliyor musun Olric, benim birçok dostum var. Görüyorum efendimiz, hepsinin sırtınızda izleri var.

Can çekişmek nasıl bir şey bilir misin Olric? Hayır efendimiz, nasıl bir şey . Ona söyleyebileceğin o kadar şey varken susmaktır Olric.

Elimde değil Olric! Ne efendimiz. Elleri Olric elleri.

Ne zoruma gidiyor biliyor musun Olric? O’na yazdıklarımı o’ndan başka herkes okuyor.

Biliyor musun Olric, benim birçok dostum var. Görüyorum efendimiz, hepsinin sırtınızda izleri var.

Kolundaki yaralar efendim? Tutunurken öyle oldu Olric. Ya yüreğindeki yaralar efendim? Tutulurken öyle oldu Olric! Peki ya gözlerindeki suskunluk; ne efendim. Hiç dokunma. Sus Olric.

Daha kaç kez ıskalayacağız hayatı Olric. Oklarımız bitene kadar efendim.

Kitapçıların ve çiçekçilerin bazı özellikleri olmalıdır Olric. Gelişigüzel insanlar bu mesleklerin içine girmemeli. Kitaplar ve çiçekler özel itina isteyen varlıklardır. Ne yazık, bu meslekler de artık olur olmaz kimselerin elinde, sattıklarıyla ilgileri olmayan kişilerin. Durmadan kitaplara ve çiçeklere eziyet ederler, onlara nasıl davranılacağını bilmezler. Bana kalırsa, bir kitapları koruma derneği kurmalı ve kitaplara kötü muamele edilmesini önlemeli…

Bakma Olric insanların “Beni çok sevecek birini arıyorum demesine, Büyük bir sevgiye maruz kalınca hepsi kaçacak delik arıyor.

Şimdi al yalnızlığımı ört üzerine Olric. Belki o vakit bırakıp her şeyi. Gelirim bir yerlerden başlamak için yeniden.

Gelir mi dersin Olric? Gelmez, gelemez efendimiz. Neden Olric? Yüreği o kadar büyük sevemezde ondan efendimiz.

İnsan nedir bilir misin Olric? Nedir efendimiz? Ağaçları kesip onlardan kâğıt yapan sonra da o kâğıtlara “ağaçları koruyunuz” yazandır.

En tehlikeli kelime nedir Olric?  Ama’dır efendim bana göre.  Neden Olric?  Önceden söylenen her söylemi veya kelimeyi öldürür! Mesela, seni seviyorum ama. gibi.

Ne çok şey biliyor bu insanlar Olric? + Herkes işine geleni biliyor efendimiz.

Read More...

Alıntı

Kürşat Başar yazılarından alıntılar.

”Hayatı fazla ciddiye alma,hayatı ciddiye alanlar dünyanın en sıkıcı insanlarıdır.”

”Ne yazık ki insan kendi hapishanesinin anahtarını bulamıyor, hatta çoğu zaman asıl mahpusun kendisi olduğunu bile anlayamıyor.”

”Derler ki cesur insanlar dürüst olurlar.

”Birini öptüğünde salıncakta sallanır gibi hissediyorsan aşıksın...”

”Bir düş yaratıyoruz içimizde. O da beni seviyor benim düşümün adı.”

”Ama akıl duygulara pek fazla hükmedemez de, duygular aklı kendilerine uydurmayı becerir.”

”Zaten aslında aşk da yaramazlıktan başka nedir ki?”

”Sonsuza dek yanımda kalacağını sandığım şiiri kaybettim.”

”İnsan yüreğinin çılgınlığına son yok…”

”Herkes aşık olmanın ortak dilini bulup yazmaya çalışıyordu. Ama aslında bu kadar basitti işte: Birini öptüğünde salıncakta sallanır gibi hissediyorsan aşıksın.”

”Hayat zormuş. Ben tabii bunu sonradan öğrendim.”

”Hem nereye gittiğini umursamayan bir kelebek gibi uçuyorum hem de bir yere konmak ihtiyacıyla çırpınıyorum.”

”Sen hiç bilmiyorsun, yalnız sesini duymak bile bütün dünyayı unutturuyor bana…”

”Ama işte hayat güldüğünüz şeyleri başınıza getirip size gülüyor sonunda.”

”İnsan hayatında sözcüklerden çok kullanılan ne var?”


”Böyle konuşmaları sevmem. Eğer bir konuşmanın sonunda kimsenin istediği olmayacaksa konuşmak neye yarar?”

”Dünyanın her yerinde birbirine benzeyen insanlar var. Birbirine benzeyen hayatlar… Aynı sıkıntılar, aynı mutluluklar, aynı çözümsüzlükler, aynı kavgalar…”

”Ne olursa olsun hayatını durdurma! Durup hayata bakmaya başladığın zaman yaşamak zordur.”

”Hepimiz ”doğru olan’ın, başkalarının onaylayacağı, genel geçer kurallara göre benimsenmiş bir şey olduğuna inanırız.”

”Ne yapalım, eskiyen yalnız aynadaki yüzümüz olmuyor.”

”Yol açtığı bütün savaşları yine o renkli kağıt parçalarının kazandığı bir dünyada adaletten söz edilebilir mi?”

”Her kitap, her okunuşta, herkese başka şeyler anlatır.”

”Ne yapalım gerçekler pek şiirsel değil.”

”Meğer insan kendisini hiç tanımadan yıllar yılı yaşayabilirmiş. Hatta belki de bütün bir ömür boyunca kendisini bir başkası sanabilirmiş.”

”Bazen sözcükleri unutuyorum. İnsan sözcükleri istediği gibi bir araya getiremediğinde ölmek istiyor.”

”İnsan kimi seveceğini seçebilir mi? Seçemiyormuş.”

”Bazı aileler aynı zamanda bir pansiyonun rastlantıyla bir araya gelmiş konukları gibidir…”

”Bilgi, ölümcül bir dosttur…”


”Yine gidiyorsun, ben hep böyle senin hasretinle yaşayacağım.”

”Kendimi hem özgür hissediyorum hem de aynı zamanda kafese girmiş gibi… Anlatması zor bir his.”

”Kendi kendime derdim ki, beni ateşlerde yaksalar bile bunlara benzemeyeceğim. Ben başkalarının duymak istediği cümleleri kurmayacağım. Benzemedim.”

”Çok uzaklarda, şu anda neler yaptığını, beni nasıl bir fotoğrafla hatırladığını artık bilmediğim bir sevgilim var.”

”Çünkü biliyor musunuz, insanın neler yaşadığı çok önemli değildir. Önemli olan ne hissettiğidir.”

”Ne garip, heρ en sevdiklerimize en söylenecek şeyleri söylemiyoruz ya da söylüyoruz ama o zaman da onlar duymuyor.”

”Sanki bana hala, bir insanı istemenin, sevmenin en son noktası buymuş gibi gelir. Birini yemek istemek!”

”Çünkü oradan, çok uzaklardan, bambaşka bir yerden kendimize baktık ve sonsuzluğun içinde yalnızca bir toz tanesi olduğumuzu anladık.”

”Ve eğer kadınların kalbine giden bir yol varsa, inanın bana, sözcüklerden geçer. Hatta o yol sözcüklerle döşelidir. Başka hiçbir şey doğru bir sözdizimi kadar bir kadının başını döndüremez.”

”Evet, kadınların hayalleri var ve biz onları ancak yıkabiliyoruz.”

”Günün birinde hepimiz yalnızca başkalarının dilindeki sözcüklere dönüşeceğiz.”

”Ama insan kendisi için yılların geçtiğini kolay kolay anlamıyor. Yaşlanmanın, ölümün başkaları için olduğunu sanıyor”Korkarım bir sabah uyanacaksın ve artık başkasına verecek bir parçan kalmadığını göreceksin.”

”Hayat değişmeye mecburdu. Ama böyle birilerinin istediği gibi çabucak olmuyordu.”

”Bazen kendimizi bir hayalin içinde sanırız ama aslında yaşadıklarımız gerçektir.Bazende her şeyi gerçek sanırken aslında yalnızca hayal gördüğümüzün farkına varmayız.”

”Belki de herkese göre bir yer var dünyada, diyorum, Herkese göre biri var ama herkes doğru yerde değil.”

”Sizin hayatınızda hiç kayıp bir gün var mıdır? Yaşanmış ama kaybolmuş, kimsenin bilmediği, unutulmuş, sizin bile artık gerçekliğinden emin olmadığınız bir gün?”

”Acaba çocukluk mu kentleri güzelleştirir anılarda? Yoksa gerçekten de yıllar geçtikçe bozuyor muyuz onları?”

”Bir kenarda durup yalnızca seyretme şansınız da yok,seyirci bile olsanız oyunun içindesiniz, bir biçimde onun parçası olmaktan başka hiçbir seçeneğiniz yok.”

”Bu ülkede yağmur yağdı, kar yağdı diye sevinemezsin. Bir yerleri sel basmıştır, insanlar perişan olmuştur, zaten trafikten bir yere ulaşamazsın. Öyle romantik ya da neşeli şeyler değil bunlar bizde.”

”Çok şey hatırlarım ama daha çoğunu unutmak isterim.”

”Kimsenin fazla zamanı yoktu başkalarının acısıyla uğraşacak.”

”Ve biliyorum ki hayat hep dağılır. Biz onu ne kadar bir düzen içine sokmaya çalışsak, kendimize göre yeniden oluşturmayı denesek de…”

”Televizyon kanalları açıldıkça, sinema salonları doldukça bunların kitapları yok edeceği düşünülmüyor muydu?”

”Aşk, birinin sizi bırakıp gitmesinden korkmak mı acaba? Gidip de gelmezse hayatınızın yarım kalacağını düşünmek mi?”

”Bildiğim diller var ama hiçbir dilde o an içinde bulunduğunuz duyguyu anlatabilecek sözcükler yok.”

”Ama akıl duygulara pek fazla hükmedemez de duygular aklı kendilerine uydurmayı becerir.”

”Yalnızca birkaç semt öteye gitmek bile bunca zaman alırken birbirinden böylesine uzak iki dünya arasındaki geçişin saniyelere bağlı olması ne garip!”

”Bazı insanlar başlanmışken bitirilmek için okunan kitaplara benzer. Sonunda ne olacak diye merak edip okursun ama sonunda hiç bir şey olmaz.”

”Uzaktan gelen, ara ara duyulan bir müzik bana geçmişi, unuttuğum insanları , sevdiğim yüzleri , unutulmaz konuşmaları hatırlatıyor.”

”Hatırlamak güzeldir derler. Hayır, değildir. Anılar bir an için bizi gülümsetse bile hemen sonra elimizi uzatıp tutmaya çalıştığımızda silinip giderler ve ne yaparsak yapalım ancak acı verirler.”

”Ama çoğumuz, söylemek isteyip de söyleyemediklerimizle bu dünyayı bırakıp gidiyoruz, değil mi?”

”Birini sevmen için elle tutulur bir neden bulamıyorsan, onu sahiden seviyorsun demektir.”

”Belki de insanları bir türlü anlamayışımızın, günün birinde en beklenmedik biçimde bizi şaşırtmalarının nedeni, hep bir bütün olarak bize verdikleri görüntüyle yetinip farklı parçalardan oluştuklarını unutmamızdır.”

”Hep derler ki, hayat insanın elinde olan bir şeydir, insan kendi kaderini çizebilir. Sakın inanmayın. Hayat bizim asla bilemeyeceğimiz rastlantılarla çizilmiş bir kaderin elindedir. Çünkü hangimiz günün birinde karşımıza çıkan beklenmedik bir rastlantının.”

”Cehennemin, kişinin çırılçıplak yalnızlığı olduğunu yeni anlıyorum…”

”Bütün bir hayat, onun kucağına yatmış,saçlarımı okşarken benimle konuşmasının yanında hiçbir anlam taşımaz.”

”Birbirimizden kaçıncı kez kopuşumuzun simgelerinden biri de rüzgarla dolup soğuyan, sabaha dek sobanın başında çay içtiğimiz ama bir türlü ısınamadığımız o sonbahar akşamı olmalı. Ben yine sessiz, çok sonra ayıklanacak anmalıklar mı topluyordum?”

”İnsanın en beklenmedik mutluluktan, gökyüzüne dokunacağını sandığı bir yerden ansızın korkutucu bir boşluğa düşmesi hiç de zor değildir.”

”İnsan soykırım yapabilen tek canlıydı.”

”Güzel kalan yaralar vardır… Sen de benim bazen zamansız bir dokunuş, bazense mevsimsiz bir yağmurla sızlayan ama hep güzel kalan yaramsın.”

”Hepimiz kalbimize saplanan gizli bir okla sokaklarda dolaşırken, başkalarından, yanımızda yürüyüp giden insanlardan çok farklı olduğumuzu, bulutların üzerine çıktığımızı sanmaz mıyız? Okun acısını duyana kadar tabii. Uyandığınız zaman inanılmaz bir rüya gördüğünüzü, içinizin beklenmedik bir mutlulukla kaplandığını hissedersiniz ama ne gördüğünüzü bir türlü hatırlayıp anlatamazsınız ya, tıpkı onun gibi.”

”Acaba çocukluk mu kentleri güzelleştirir anılarda? Yoksa gerçekten de yıllar geçtikçe bozuyor muyuz onları?”

”Ama asıl düşlerimi sevdiğim kadınlarla yaşamak isterim . Bir düşü paylaşabilirsen her şeyi paylaşabilirsin.”

”Yazarak, sonra bir daha hiç yazmayarak ve şimdi yeniden bu tutsaklığa geri dönerek de beceremedim yaşamayı.”

”Bazı insanların hayatını tek bir sözcük belirler. Benim hayatımı belirleyen sözcük: Özlem.”

”Hayat hiç beklenmedik bir anda biten bir şey. İçinizden gelen neyse onu yapın… Fazla düşünmeye zaman yok…”

”Şimdi anlamıştım ki hayat bizden büyüktür ve biraz güçlü bir rüzgar bile kurduğunuz bütün o kumdan kaleleri çocuksu bir keyifle ansızın yıkıverir.”

”İnsanın başka yerlerde başka hayatlar kurup kendisini tümüyle bir başkası gibi göstermesi mümkün ama aynaya baktığında gördüğü kendi yüzünden kurtulması mümkün değil.”

”Erkeklerin ne yapacağı belli olmaz, belki de onlardan bir şey beklemekle hata ediyoruz, sürekli bir şeyler yapmalarını bekleyerek asıl güzel olan anları da bozuyoruz.”


”Kitapların içinde bazen unuttuğumuz tanıdıklara, yitirdiğimiz insanlara rastlar mıyız?”

”Nasıl olup da farklı zamanlarda,farklı yerlerde birbirine bunca benzeyen birer geçmişe sahip olduğumuza şaşırıyorum.”

”Gerçek sizi mutsuz ediyorsa gerçeği kurgulayın , belki kendinizi aldatmayı başarırsınız, hatta başkalarını da…”

Bazı şeyler unutulmaz. Yanınızdayken bile özlediğiniz, yanınızdayken bile hatırladığınız biri gibi…”

”İnsanlığın asıl zenginliği bu farklılıklarken nasıl olup da binlerce yıl boyunca farklı olanı yok etmeye çalışmanın saçmalığını anlamamış olabiliriz?”

”Tenimde, tenimin altında bir yerlerde, o şarkıdaki gibi saklıyorum onu. Bir düşte elimden tutuyor ama çok çok uzakta, göremiyorum bile. Nasıl olup da görünmeyecek kadar uzaktayken elini tutabildiğime şaşırıyorum.”

”Belki de hayatın sırrı, onun taşıyamayacağı kadar ağır bir şeydi.”

”Hayatta insanın başına gelebilecek en kötü şey, doğruları bilip yanlışları seçmek istemesi midir? Belki ondan da kötüsü, yanlışları seçmek istediği halde doğruları seçmek zorunda kalmasıdır.”

”Bazı insanlar hayatlarını kendi istedikleri gibi kurarlar. Geri kalanlarsa onların yaptıklarını birbirlerine anlatıp dururlar.”

”İnsan bazen kendi içindeki gizli kapıların bile yerlerini bilmiyor. Bazen bir rastlantıyla ya da karşısına beklenmedik bir anda çıkan biri sayesinde öğreniyor.”

”Sanki kendi dışıma çıkıp kendime uzaktan bakıyor ve benim yerime bütün bunları yapan, hala yaşamayı sürdüren bu surete şaşırıyordum.”

”Neden herkesi üzüyorum, tek istediğim, kimseyi üzmemek olduğu halde , neden en sevdiğim insanlar bile günün birinde benim yüzümden acı çekiyor?”

”Hepimiz günün birinde kendimiz için doğru olanı seçerken bir başkasının yaşamını altüst edebiliyoruz.”

”İnsanlar üzüldüklerinde yitirdikleri geçmişi hep güzel yanlarıyla hatırlıyor. Ama bazılarının geçmişte güzel bulacağı en küçük bir şey bile yok.

”Benim bunca zamandır anladığım şu: Sağlıklı beslenmenin ana unsuru, ne kadar lezzetli şey varsa zararlı, ne kadar tatsız şey varsa yararlı olduğu…”

”Sanki dünya da bizim gibi büyümüş ve sihrini kaybetmiş. Çünkü oradan, çok uzaklardan, bambaşka bir yerden kendimize baktık ve sonsuzluğun içinde yalnızca bir toz tanesi olduğumuzu anladık. Sonsuz evrenin içinde bir toz tanesi… Anlayabildik mi gerçekten?”

Read More...

Alıntı

Küçük İskender sözlerinden alıntılar

Kaldır başını… Aşk belden yukarıda sevgili!

Erkek olmak doğuştan gelen bir alın yazısı olsa da, adam olmak her erkeğe nasip olmuyor.

Attığın tüm zarlar kaybettirdi bana. Hani sen benim düş eşimdin.

Sana bir sır vereyim mi? Senden vazgeçtiğim gün bana aşık olacaksın.

Anlamadım. Ben mi iyileşmemiş yarayım, herkes mi keskin bıçak? Sormadım sadece kanadım.

Sevmek, ifade edebilmek kadar ifadeyi unutmamaktır da…

Belki de en sevdiğim sakarlığın, gözlerime takılıp yüreğime düşmendi.

Gidiyormuş, ağırlaşır yağmurun iade etmediği karanlık bırak gitsin. Hiçbir caddeye çıkmayacak o sokak artık.

Senin yaşın aşka tutmuyor sevgilim, lütfen gelme.

Sevgilim, seni anlatmaya tutulmuş bir güneş saatinden apaçık başlamalı.

Siz bir kelebeğe tutunuyorsunuz telaşla, onu incitmeden, kelebek telaşla geldiği tırtıla tutunuyor insan bu, azat etmek de gerek korkmayın, unutuluyor.

Seni Babil’in asma bahçelerinde astım bak bakalım dünyanın kaçıncı harikasısın.

Dünyanın en uzun gecesi 21 Aralık değil, beni terk ettiğin gecedir.

Sevgilim, sevdanın sevdaya ettiğini etmez et, kemiğe.

Bir plak olsam. Zeki Müren çalsam, bozulsam. Aynı yerde takılsam, hep tekrarlasam. Elbet bir gün buluşacağız.

O kadar düşledim ki seni sevgili, yitirdin gerçekliğini.

Biz ayrı dünyaların insanlarıyız dedi. Aman Allah’ım. Üzüntüden kahrolacağım. Ben iki dünya olduğunu sanan bir malı mı sevmişim.

Benim gibisini bulamaz demişsin haklısın senin gibi şerefsizi mumla arasam bulamam.

Kadınlar mı zeki yoksa erkekler mi diye merak edenler. Havva bir elmayla kandırmış Adem’i.

Ne komünizm, ne kapitalizm, ne ateizm, ne sosyalizm kısmetsizim…

Gözümü bağlayıp atsalar sırtımdan itip; yine senin yanına düşerim, yer çekimi değil, yar çekimi.

Yaptığım şaka’nın ardından gözlerimin içine bakıp ”Aşk Olsun” dediğinde , ”Keşke” demek için can atıyordum…

Benimle oynadın, bir tur yükseldin; aferin. Şimdi git onunla oyna ama yanarsan yine benden başlama.

Her şeyi geriye saymaktan yorgunum, kaç intiharım varsa o kadar sevgilim var.

Hiçbir lokantada tek başınıza oturabileceğiniz şekilde dizayn edilmiş masa bulamazsınız, toplum sizi yalnızlıktan kurtarmak için gerekirse ruh sağlığınızla oynar…

Toprak olsam üstüme basmayacaksın, hava olsam içine çekmeyeceksin. Öyle düşmansın.

Bir kadın aşka inanmıyorum derken, aslında tek bir şey söylemek istiyordur; hadi beni aşka inandır.

Yolun açık olmasın sevgili. Nasıl olsa önün açık her türlü bulursun sen yolunu.

Şimdi aynı bardaktan su içemiyoruz. Ben bunu biliyorum, su biliyor, bardak biliyor; bir sen bilmiyorsun.

Ayır bizi hâkim bey. Zaten görücü usulü evlendik. Ne ona sordular bunu alır mısın diye? Ne de bana sordular, dünyaya gelir misin diye.

Artık aramızdaki uzaklıktan şık bir matem giysisi diktirebilirsin kendine. Bir tek hücreni bile istemiyorum. Televizyonumun çekmediği bir kanal gibisin çünkü. Sen git, bambaşka hayatların yatak odalarında sıradan insanların tenlerini süsle.

Ah o tipine kurban olduğum bir de tipine yakışır bir yürek taşısaydın…

Eros, yaşlandın mı? Ok’un gideceği yeri göremiyorsun. Ya bir imkânsıza, ya da bir hayırsıza denk getiriyorsun.

Aşk, ağır iştir; emekli olamazsın, sigortası yoktur, ikramiye alamazsın, yıllık tatil izni verilmez, greve kalkıştın mı yersin sopayı, her dakika lokavt tehlikesiyle burun burunasındır, kaza riski yüksektir, amatörce uğraşılır. Aşk, ağır iştir. Yol boyunca bunları şoföre dayatamazsın. O, uykuya yenilmek üzeredir, sen ise rüyaya.

Eğer benim olsaydı sana zaman hediye ederdim. Elimde değil. Ancak şimdi sana koca bir boşluk getiriyorum kucağımda. İçinde saf sözcükler ve dağılmış bir ben olan. Zamanlı zamansız. Tamamen senin. İstediğin gibi doldur. Sevdiğin kadar anla, anladığın kadar sahip ol.

–  Alt yapısı olmayan bi şehir gibiyim..

Ne zaman hüzünlensem gözlerimi su basıyor..

Ve ne zaman seni düşünsem , kalbimin trafiği aksıyor…

Sen 1’imdin benim.

Bense 0’dım gözünde.

Görüyorsun ya sevgilim; 10 numara aşk yaşamışız seninle..

Sessizce fısıldadı “hep mutlu ol”

içimden cevapladım “sen hiç mutlu olma” ” …

 Şimdi kim kimi daha çok seviyor acaba…

 Mutlu ol diyen mi olma diyen mi ?

‎Sanmaki adını ağzıma alıyorum diye seni seviyorum….

  Dudak tiryakiliği benimkisi seni içime çekmiyorum.

Birlikte olmamıza mesafeler değil, aptallığın engel.

Ayrılmak mı istiyorsun? Sabaha karşı kalkan ilk uçakla git mesela. Ben bir kadeh daha içersem pilot olurum bindiğin uçağa.

Affedilen vazgeçilendir o, affedildi çünkü ondan vazgeçildi.

Ben bir silahım ama hiçbir silah yaralamaz insanı, bir başka insan olmadan.

Bazı kızları yeni açılan mağazalara benzetiyorum, bekledikleri ilgiyi görmeyince zararına veriyorlar.

Aşkı yüksek yerlere kaldırmalı ve üzerine şu not yazılmalı; ‘Alçak’ların ulaşamayacağı yerlere saklayın.’

Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır öküzü değil. Neden dönmediğini şimdi anladım.

Geri gelmemelisin. Ya olduğun yerde kalmalısın ya da gittiğin yerde. Sen bu hayatta gördüğüm en hoş’çakal’sın neticede.

10’suzum ama. 100’suz değilim.!

Bazı kadınların şövalye sandıkları adamların, aslında alüminyum folyo ile kaplanmış denyo olduklarını görmeleri baya zaman alıyor.

Ben zilzurna sarhoş olsam da yaşadıklarımdan çıkarken hesabı ödeyecek kadar ayığım.

Sıkı sıkı tembihlerler. Unut onu, aklına bile getirme, çıkar kafandan, hafızandan sil. Sanki seven beynimizmiş gibi.

Duydum ki böbreğinde taş varmış sevgili. Kesin kalbinden düşmüştür.

Sen bir defa olsun ‘seni seviyorum’ yalanını at; melekler günahını bana yazsın, olur mu !!

Aklını başından almak istemiyorum, mümkünse aklı başında birini alayım ben..

Beni unut diyorsun ya; bu bana imkansız geliyor çünkü; seni unutmam için, hatırlamam gerekiyor.

Senin için ölürum’ dedi. ‘Benim için zaten öldün’ dedim. Cesedini alıp çıktı .

Hadi simit satanı anladım, kestane satanı da. Peki ya dost satan, o da mı ekmek parası?

Yemin ederim ki seviyorum’ dedi. Anladım; dinden imandan da soğutacak şerefsiz.

Giderken sana ‘hoş çakal’ demek istedim ihanetin aklıma geldi ‘hoşt/çakal’ diyebildim.

Annem, neyin var? Diyerek böldü sessizliğimi. Ben de gittiğini ve kaybettiğimi söyledim. O da saçlarımı okşayıp; üzülme evladım. Cana geleceğine mal’a gelsin. Dedi.

Sorun ilişki durumu değiştirecek birini bulmak değil, hayatını değiştirecek birini bulmak.

Hatırlıyor musun bana armağan ettiğin ilk şarkıyı, ‘ölünce sevemesem seni’ ulan! Hayattayken bile sevmedin ki..

En basit yalanları gözüme bakarak söyleyen ahmaklar tanıdım. Bense onların cahil cesaretlerine ve kuş beyinlerine hayrandım..

Otopsi istiyorum bu ayrılığa, aşkımız eceliyle ölmüş olamaz..

Erkeklerin doğuştan bildiği ana dil  “ilgisizce.”

Suçumu cezama ikiz sayarken hakim, bari beklenmeyen şahit ol sevdama. İdamıma elin boş gelme. Kendinle gel.

Tabiatın güzelliğine bak. Dedim. Ağaçlardan hiçbir şey göremiyorum dedi.

Bir silahın şarjöründe tanışan iki soğuk mermi gibi, aynı bedene sıkılan iki el kurşun gibi, katille kurban arasında o birkaç saniyelik telaşla sevmiştim seni.

Sevgilim ‘beni aldatıyor musun dedi’, hayır onu aldatıyorum dedim afalladı.

Senden evet cevabı alana kadar kendini yırtan sonra havalara giren canlıya “erkek’ denir.

Tahterevalliden ilk kim kalkarsa yırtar, öbürünün kıçı yere vurur!

Read More...

Alıntı

Elif Şafak sözlerinden alıntılar.

Haddini aşmamak, kalp kırmamaktır edep. Dedikodudan, haksızlıktan ve ithamdan uzak durmaktır edep. Eyvallah kelimesi üzerine kafa yormaktır. Bilmediğin konuda susmak, bildiğin konuda ahkâm kesmemektir edep. İnsan ayrımı yapmamaktır. Aşırılığa gitmemektir.

Aynalar şehrine geldim çünkü benim hikâyemin önünü, benden evvel kaleme alınmış bir başka hikâye tıkıyor. Aynalar şehrindeyim çünkü bir kez şu bendi yıkabilsem sular çağlayacak, deli deli akacak; hissediyorum.

Akla kara ayrılsın diyedir bu ölümüne sevgi tekliflerimiz, yoksa biz hangi yürek kaç para eder ta baştan biliriz. Kantara vuruyorsak sevgilinin aşkını, yalanını kendi görsün diyedir.

Baykuş; kanarya beslermiş amcalar, teyzeler. Kumruları sever, kartalları över, güvercinleri uçurur, kargaları kovar, papağanları konuştururlarmış. Oysa çocuk baykuşları severmiş.

“Uğursuz kuş o. İsmini anma, damına çağırma.” Dermiş teyzeler, amcalar. Uğursuz kuşmuş baykuş; gece gördüğü, geceyi gördüğü için.

Kitap hâlâ kutsal benim için… Kelime hâlâ mühim ve harf hâlâ muamma…

Uzaklaşırsın. Yol seni nereye götürürse. Yazı seni nereye sürüklerse. Burnunda bir sizi. Ne de olsa her yolculuk geri dönememe ihtimalini taşır bağrında.

Bir anın doğması için, bir anın ölmesi gerekir. Yeni bir “ben” için eski bir ben’in kuruyup solması gibi…

En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulanlardır.

Şimdi tek istediğim nefes alabilmek, ötesinde yok gözüm. Kaçmak da mümkün buradan elbette ama benim istediğim kaçmak değil ki. Ne varmayı arzuladığım bir öte diyar, ne de bir yerlerde bıraktığım kayıp bir cennetim var. Sadece çıkmak istiyorum. Çıkmak da değil, çıkabilmek. Ben o ihtimali seviyorum. Seçeneğim olmasını, kapının aralık kalmasını.

Günler günleri kovalıyor. Günler günleri aynen tekrarlıyor. Yoruluyorlar. Yaşamaktan değil, yaşayamamaktan yoruluyorlar…

Uzaktan sevmek daha güzeldir bazen. Ne incitir ne acıtır. Ne yaralar ne kanatır. Gözlerinle görmediğin ama sesini duyduğun, varlığıyla huzur bulduğun bir denizin yakınında yürümek gibidir böyIe sevmek. uzaktan sevmek en güzelidir bazen.

İçimin tünellerine girer girmez bir fener alıyorum elime. Buralar çok karışık. Kaç defa geldim. Gene de hep kayboluyorum.

Kaç kitap okuyunca alım, kaç diyar görünce gezgin, kaç hezimetten sonra bezgin olurdu insan? Kaç olunca çok; kaçta kalınca azdı rakamlar.

Aşk sonradan gelmez hiçbir zaman. Varsa vardır, o kadar.

Binlerce kelime, onlarca hikâye var boğazımda düğümlenmiş. Susuyorum konuşmam gereken yerlerde; dilimi tutamıyorum ne zaman susmam gerekse. Anlatacak çok şeyim olsa da, emin değilim anlaşılmak istediğimden.

Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. ‘Aman sakin kendini’ diye tembihler. Hâlbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: ‘bırak kendini, koy gitsin!’ akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Hâlbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

Aşk diye bir şey yaşıyorum. Ne tek taraflı demeye dilim var, ne de karşılıklı olduğuna ispatım…

Rüzgârı dilediğim gibi değiştiremem ama yelkenlerimi ayarlayabilirim daima varmak için istediğim limana. Rüzgarla gelmedim, demişti şems ki; rüzgarla gideyim senin hayatından!

Bedenlerimizi şekle sokmak için ne çok uğraş veriyoruz. Hâlbuki beyinlerimizi, düşünce ve algılarımızı geliştirmek için çabamız ne kadar az…

Bazen böyle birdenbire yaralanı veririz. Ama her yara iyileşir. Eninde sonunda kabuk bağlar, üstünü kapatır. Gözlerden saklanır çünkü hiçbir yara görülmek istemez.

Ve bir ayetin sıcaklığı sarıyor yüreğimi; Allah sabredenle beraberdir.

Yalnızlık onca saçın arasında beyaz bir saç teli gibi. Çektikçe çoğalıyor, çoğaldıkça arsızlaşıyor.

Dönüp dolaşıp vardığım yerde senden, bir senden uzak düştüm, ayrı düştüm. Belki de ilk kez, o zaman bölündüm..

Kelime cömerdi duygu cimrisi bugünün insanı. Konuşmaya gelince açıyor ağzını, duygulanmaya gelince tutuyor kendini.

Derler ki, aşk da unutulurmuş her şey gibi. Hem de yaşanıp bittikten, soğuyup küllendikten sonra değil, tam da doludizgin devam ederken unutulurmuş aşk.

Bazen, hakikat bütün çirkinliği ve çirkefiyle karşıma dikildiğinde, akıbetimi allayıp pullamak, süsleyip püslemek gelmiyor içimden. Böyle zamanlarda gözlerimi kapatıp, usulca arkama yaslanıyorum ve küfre özenen kelimelerin dişlerimin arasında bıraktığı o kekremsi tatla oyalanıyorum.

Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır. Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır.

Bedenlerimizi şekle sokmak için ne çok uğraş veriyoruz. Halbuki beyinlerimizi, düşünce ve algılarımızı geliştirmek için çabamız ne kadar az…

Uzaklaşırsın. Yol seni nereye götürürse. Yazı seni nereye sürüklerse. Burnunda bir sizi. Ne de olsa her yolculuk geri dönememe ihtimalini taşır bağrında.

Ölüm sahiciliğini yitiriyor kayıplar istatistiklere, çatışmalar haberlere dönüştüğünde

Senin için değildi yaptığım onca şey, sadece sen zannettiğim kişi içindi.

 Değiştin diyorlar. Hayır! Kabul etmiyorum. Ben kademe atladım sadece, artık uzun uzun susabiliyorum.

Elmas bir gözdür yürek. Ve çizilmeye görsün bir kere, artık hep sedefsi bir yırtıkla bakacaktır cümle aleme.

İnsan nasıl ağzındaki yiyeceğin tadını kaybetmemek için yeni bir şey yemek istemezse, o da gözlerinin en son gördüğü görüntüyü kaybetmemek için yeni bir şeyi görmeyi istemiyordu aslında.

Aşık olmayana aşk kuru bir kelimeden ibaret. Yarı palavra, yarı safsata. Aşık olmayan bunu anlayamaz, olansa anlatamaz. Öyleyse nasıl anlatılabilir aşk, kelimelerin hükmünü yitirdiği yerde? Aşk’tan.

Senin kimsenin üzmesine izin vermeyeceğim dediğinde, “bunu kendim yapacağım” demek istediğini anlamamışım..!!!

Korktu. Gidip de varamamaktan değil, varıp da dönüş yollarını kaybetmekten değil, dönüp de geride bıraktıklarını yerlerinde görememekten değil, bir kendini bulmaktan, bulduğundan korkmaktan korktu.

Her zaman kolay kolay itiraf edemesek de bunu kendi kendimize, hep öteleri düşleyen, öte yer ararken en yakınlarındakileri mutsuz eden bizler.. Ben.

Modern aşk istemem telaştan başka ne ki,  ilkel aşk isterim aşkın en ilkel halini… (Elif Şafak – Baba ve Piç)

Şimdi önünde iki seçenek var. Ya atlayacaksın denize, dalgaları filan unutup, sen de bir katre olacaksın onun içinde. Ya da kıyıda oturup, bekleyeceksin. Dalgaların kıyıya vurup, parçalanmasını seyreyleyeceksin. O zaman da onlar birer katre olacak gözlerinin önünde. İki türlü yaşanır hayat eğer bir şeye benzeyecekse. Ya kendini yok edeceksin hayatın içinde, ya da hayatını yok edeceksin kendinde. ( Elif Şafak – Bit Palas )

Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten, “ne yapalım kaderimiz böyle” deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin… (Elif Şafak – Aşk)

Belki de insan bir şeye ne kadar yakınsa o kadar az görebiliyordu. Yıldızlar gibi hayatın hakikatlerini keşfedebilmek için de mesafe gerekiyordu. (Elif Şafak – Ustam ve Ben)

“Hissettin, ama hatırlamazsın. Nesnenin tabiatında var. Geçen sefer ne çektiğimizi unuturuz. Gene analar gibi…Fakat bazı doğumlar daha zordur tabii” (Elif Şafak – Ustam ve Ben)

Ne tuhaf. Bizi koruyan kollayan insanlar vardır etrafımızda. Hiç fark etmesek de onlar oradadır daima. Karşılık ya da minnet beklemeden, sadakatle, sevgiyle, sessizce…Nice sonra anlarız kıymetlerini. Hep geç kalırız teşekkür etmekte… (Elif Şafak – Ustam ve Ben)

Kimse “Ben şöyleyim, ben böyleyim” dememeliydi fazla. Belki de her insanın içinde hiç tanımadığı biri gizliydi. En sıkıntılı, en beklenmedik anlarda çıkıveriyordu…Sadece tepemizdeki sema değil aslında tek tek her insan koca bir muammaydı. ( Elif Şafak – Ustam ve Ben )

Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk emanet bir oyuncaktan ibarettir. Kimisi o kadar ciddiye alır ki oyuncağını ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz kurcalar oyuncağı, kırar parçalar. Ya aşırı kıymet verir ya kıymet vermez… ( Elif Şafak – Aşk)

Kanat çırpan kuşlara bakın. Kanatlarının nasıl hareket ettiğine dikkat buyurun,bir aşağı bir yukarı. Bir hüzün, bir saadet. Böyledir hayat. Hoş bir kararda, ahenk içinde, dengede… ( Elif Şafak – Aşk)

Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp ayni olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hakk’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir… (Elif Şafak – Aşk)

Neredeyse şafak vaktiydi, geceyle gündüz arasındaki o tekinsiz eşiğe ramak kala. Hala mümkün avuntu bulmak rüyalarda ama onları sil baştan inşa etmek için artık çok geç… ( Elif Şafak – Baba ve Piç)

Yirmi Yedinci Kural: Bu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır. Eğer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır. Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse, dünya değişir. ( Elif Şafak – Aşk )

Burası benim şehrim. İstanbul’da doğdum, burada büyüdüm. Ailemin bu şehirdeki tarihi en azından beş yüz yıl geriye gidiyor. İstanbullu Ermeniler İstanbul’a aittir, İstanbul’lu Türkler, Kürtler, Rumlar ve Yahudiler gibi. Bir zamanlar birlikte yaşamayı başarmıştık, sonra çok kötü çuvalladık. Şimdi tekrar öğrenmeliyiz kozmopolitliği. Bir daha çuvallama şansımız yok. ( Elif Şafak – Baba ve Piç )

Dostların arasında olmak çöl ortasında kendini yemyeşil bir vahada bulmak gibidir. Kuruyan dilin suya doyar, daralan yüreğin ferahlar, içindeki karamsarlık sisi perde perde kalkar. Dost umut demektir… ( Elif Şafak – Firarperest )

Kim gerçek yabancı; bir ülkede yaşayıp başka bir yere ait olduğunu bilen mi yoksa kendi ülkesinde bir yabancı hayatı sürüp ait olacak başka bir yeri de olmayan mı? ( Elif Şafak – Araf )

Kendimdeki değişimi seyrediyorum. Aşık olmanın bir mucizeye inanmaya benzediğini düşünmeye başladım. Aşk ta beklentiler ve inançlar ile ilgili. İnsan kendisi için hala kurtuluş ümidi olduğuna ve günün birinde özel birinin bunu mümkün kılacağına inanıyor. Bir mucize özlemi değil mi bu? Bu dünyadan fazla bir şey beklememen gerektiğini bilsen de içindeki bir şey diretiyor… Umut etmeyi sürdürüyor… Sevdiğin kişinin seni seveceğini umut etmeyi. ( Elif Şafak – Araf )

“Sokakta oyun oynamayan, evde kitap okumayan çocukların hayal güçleri nasıl gelişebilir?” diye devam etti Sakız Sardunya. ( Elif Şafak – Sakız Sardunya )

İşte bunu anlamıyordu Sakız Sardunya. O da seviyordu TV seyretmeyi. Beğendiği filmler, diziler, çizgi filmler vardı. Ama “beynini boşaltmak” istemiyordu. Annesi bu lafı ettiğinden beri, beynine birşey olur diye korkusundan daha az TV seyrediyordu. Ne olur ne olmaz. Beyni insana lazımdı.  ( Elif Şafak – Sakız Sardunya )

Bir: Güçlü kuvvetli bir şey seni sıkı sıkı tutmaktayken dahi düşebilirsin.

İki: Düşme edimi ille de aşağı doğru gitmek değildir; yeterince tepetaklak olmuşsan yukarı doğru düşmeyi de başarabilirsin. ( Elif Şafak – Araf )

Nedendir açılıvermemiz birden bire hiç tanımadığımız bir insana? Nedendir dile getirmemiz daha evvel kimselere söylemediklerimizi, başkasına değil de, tek ona? Kalbimizi gümüş tepsi içinde ikram edercesine bir yabancıya göstermemize sebep nedir? ( Elif Şafak – Ustam ve Ben )

Her hakiki aşk, umulmadık dönüşümlere yol açar. Aşk bir milad demektir. Şayet “aşktan önce” ve “aşktan sonra” aynı insan olarak kalmışsak, yeterince sevmemişiz demektir. Birini seviyorsan onun için yapabileceğin en anlamlı şey değişmektir!  ( Elif Şafak – Aşk )

Bir insanı haftada yedi gün, günde yirmi dört saat aynı şekilde, hiçbir iniş çıkış yaşamadan sevmek mümkün mü? Hele seneler boyu… Mümkün değilse şayet neden bu kadar zorlanıyoruz sevdiğimiz insanları, sevmediğimiz anlar hatta günler olduğunu kabul etmekte.Keşke söyleyebilsek dürüstçe: ”Seni seviyorum ama şu anda değil.Seni görmek istiyorum ama bugün değil.”  ( Elif Şafak – Şemspare )

Aşk gibiydi okumak da….Neden, nasıl müptelası olduğunu, bilen zaten gayet iyi bilirdi, bilmeyene de anlatamazdın bir türlü…. ( Elif Şafak – Ustam ve Ben )

Sadece iki şey bakidir, derdi hizmetkarlar. Bir, Sibiryalı Taras, bir de Osmanlı saltanatıdır. Gerisi fanidir. ( Elif Şafak – Ustam ve Ben )

“Hâyâl, şeftali yanaklı bir genç kız. Bir su perisi kadar cazibeli, bir su perisi gibi aldatıcı. Kucaklamaya kalksan, kayar gider ellerinden. Tutamazsın. Hakikat ise beli bükülmüş, dişleri dökülmüş, kamburu çıkmış bir acuze. Kolay kolay suratına bakamazsın.”  ( Elif Şafak – Siyah Süt )

Bir uçan balonum ben. Sönüyorum şimdi. Havalandıkça hava kaçırıyorum. İçime aldığım havayı, içine karıştığım hayata veriyorum. Gövdem, üzerine inen sineklikten kıl payı kurtulup sersemlemiş bir sinek gibi vızırdaya vızırdaya, bir oraya bir buraya savruluyor havada. Eğer aşağıda bana bakan bir yalnız-çocuk varsa şu anda, gözden kaybolmak üzere olduğumum farkındadır herhalde. Ama zaten bu kadar seyretmek yeter. Zaten daha fazla görülmek istemem çünkü mahremdir hayat. Ve mahrem olan her şey gibi, bazı bazı ırak kalabilmelidir gözden, gözlerden. ( Elif Şafak – Mahrem )

Kaç kitap okuyunca alim, kaç diyar görünce gezgin, kaç hezimetten sonra bezgin olurdu insan? Kaç olunca çok, kaçta kalınca azdı rakamlar? ( Elif Şafak – Mahrem )

Bizler hal ehliyiz. Kalp ehliyiz. Aşk ehliyiz. Biz pergel gibiyiz. Bir ayağımız şeriat üste sabit, bir ayağımızla yetmiş iki milleti devrederiz. ( Elif Şafak – Aşk )

Tehlike insanın en az beklediği yerden gelir. ( Elif Şafak – İskender )

Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hak’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir!!! (Elif Şafak – Aşk)

Gözbebeği: insanlarda yuvarlak, hayvanların çoğunda ise dikine elips biçiminde olan gözbebeğinin çapı, irise gelen ışığın miktarına göre değişir. karanlık ve uzaklık büyütür gözbebeğini; aydınlık ve yakınlık küçültür. yani bu kararsız çember, ışık varsa küçülür, ışık yoksa büyür. yakına bakarken de küçüldüğüne göre, yakın olan aydınlıktır, aydınlıktadır. uzağın payına karanlık düşer. zaten karanlığı kimse yakınında görmek istemez. aşık olunca da büyür gözbebeği; demek ki âşık olunan hep uzaktadır. aradaki mesafenin verdiği acıyı azaltmak için, maşuka ‘gözbebeğim!’ diye hitap edilir. ( Elif Şafak – Mahrem )

Erkekler; kadınları gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki, Allah, insanların bazılarını bazılarından üstün kılmıştır ve erkekler mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar; Allah’ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi korurlar. Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara önce öğüt verin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve nihayet onları evden çıkarın / bulundukları yerden başka yere gönderin! Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir, sınırsızca büyüktür. ( Elif Şafak – Aşk )

Zira aşk iktidarı sever. Bu sebeptendir ki başkalarına ölümüne âşık olabiliriz ama bize ölümüne âşık olanları içten içe küçümser, öteleriz. ( Elif Şafak – Baba ve Piç )

Aşkı aramadan evvel, düşün bir, ya benden nasıl bir aşık olur? İnsanın sevdası karakterinin yansımasıdır. Sen kavgacı isen, ha bire öfkeli, aşkı da bir cenk gibi yaşarsın. Gönlü pak olanın sevgisi de saf olur. ( Elif Şafak – İskender )

İnsan doğası böyle işte, en çok nefret ettiklerimiz en fazla sevdiklerimiz oluyor hep. ( Elif Şafak – İskender )

Şimdi tek istediğim nefes alabilmek, ötesinde yok gözüm. Kaçmak da mümkün buradan elbette ama benim istediğim kaçmak değil ki. Ne varmayı arzuladığım bir öte diyar, ne de bir yerlerde bıraktığım kayıp bir cennetim var. Sadece çıkmak istiyorum. Çıkmak da değil, çıkabilmek. Ben o ihtimali seviyorum. Seçeneğim olmasını, kapının aralık kalmasını… ( Elif Şafak – Med-Cezir )

“Evrendeki her cisim, ne kadar albenisiz ya da ehemmiyetsiz görünürse görünsün, bir başka şeye yanıt olsun diye yaratılmıştı. Derdin olduğu yerde deva da vardı, üstelik şaşırtıcı yakınlıkta. Mesele görebilmekti.” ( Elif Şafak – İskender )

Sevdiklerimize verdiğimiz zararın bilincinde miyiz ? Keşke ara ara kapsamlı bir tadilata girişsek benliğimizde. Keşke daha fazla ertelemeden ve samimiyetle bakabilsek içimize. Oradaki yanlışları, hırsları, kabuk tutmuş yaraları, tamahkarlıkları tek tek bulup ayıklayabilsek. Bir tabela assak : ” Sevdiklerime verdiğim zarar için özür diliyorum. Şu anda tadilat halindeyim, yenileniyorum…” ( Elif Şafak – Şemspare )

Endişe ediyorum, evet, ”iyi de onlar…” diye başlayan ve sarpa saran cümlelerden. Hep ama hep kabahati öteki tarafa mal etmemizden ve ilk adımın oradan gelmesini beklerken bir çıkmaz sokakta sıkışıp kalma ihtimalimizden. ( Elif Şafak – Şemspare )

Aşık olmayana aşk kuru bir kelimeden ibaret. Yarı palavra, yarı safsata. Aşık olmayan bunu anlayamaz, olansa anlatamaz. Öyleyse nasıl söze dökülebilir aşk, kelimelerin hükmünü yitirdiği yerde? ( Elif Şafak – Aşk )

“…sahi YARİM ne güzel kelimeydi. Ağızda akide şekeri. YARİM der sonra bir es verir, gayriihtiyarı susardın. Söyleyecek söz kalmazdı ardından. Tek başına kaç cümleye bedeldi…”  ( Elif Şafak – Firarperest )

Zaten aşk dediğin, ardında ne olduğuna kimsenin akıl sır erdiremediği kadife bir esrar perdesidir. ( Elif Şafak – Firarperest )

Belki de bir illetti aşk; insana hayat verse, ruhunu şenlendirse de bir marazdı yine de. ( Elif Şafak – İskender )

Birinin korkulardan, evhamlardan bahsettiğini dinlemen onu esnerken seyretmeye benzer. Daha onunkiler bitmeden bir bakarsın sen kendininkileri saymaya başlamışsın. ( Elif Şafak – Araf )

Belki aşk sevgiliyi kazanmayı değil, onda kendini kaybetmeyi gerektirir. ( Elif Şafak – Araf 

Uzakları yakın, olmazları olur eden bir efsun aşk. İnsana tükürdüğünü afiyetle yalatan, ettiği tüm büyük lafları bir bir hatırlatan, bileğinden kavradı mı sarsan, sarstı mı bırakmayan bir yudumcuk efsun. Aşk bir kimyasal bileşim. Formülünde esrar var. ( Elif Şafak – Siyah Süt )

Read More...

Alıntı

Az gelişmiş aşklar ülkesi – Oğuz Atay

Az gelişmiş aşklar ülkesi olarak dünya milletleri arasında ön sıraları işgal ediyoruz. 

Birleşmiş Milletler istatistiklerine göre ancak Nijerya ve Gana bizden daha az gelişmiş. Aşık olma oranı yüz binde 42. Beş yıllık plan %100 gerçekleştiği takdirde bu oran 1980’de yüz binde 86 olacak. Gene yeterli değil. Planlama örgütünde herkes evli olduğu için, meselenin üzerinde çok durmuyorlar. 5 yıllık planın uygulanmasına geçeli bizim sınıftan yalnız Güner aşık oldu; o da bir bar artistine. Cinsi aşk olduğu için sayılmadı. Aşkta geriyiz de başka şeylerde ileri miyiz sanki? Yalnız trafik kazalarında birinciyiz. Buyrun bakalım. Binde dört onda iki. Gururumuza dokunuyor. Selim kadar olamıyoruz. Ayrıca, büyük şehirlerde bir bakıma yüksek görünen bu oran, köylere doğru gittikçe azalıyor. Milli gelirin dağılımı gibi. Aşk sağlığı enstitüsünün bültenine göre, 1 yıl içinde sadece 12,716 muhallebicide buluşma, 7008 durakta buluşma (bunun 1825’i gerçekleşmemiş), 1462 çeşitli açık yer gezintisi (parklar, kırlar, adalar vs.) ve yalnız 612 sinema locası olayı tespit edilmiş. Buna gizli aşkları da ekleyin. Gizli aşk sayısının da, ihtimal hesaplarına göre 4,600 kadar olduğu tahmin ediliyor. Emniyet genel müdürlüğünün tespit ettiğine göre de (yuvarlak olarak) 126,800 bakıp da iç geçirme, 44,000 otobüs ya da dolmuşta hafifçe temas, 4,200 peşinden gidip de vazgeçme, 850 eve kadar izleme ve 15,700 uzaktan aşık olma ve sadece (bu sayı kesin) 814 ümitsiz aşk olayı kaydedilmiş. Bu arada, park bekçileri, 82,000 kadar çifti düdük çalarak, tabanca çekerek ve benzeri tehditlerle korkutmuş. Parklar, bahçeler ve kırlar genel müdürlüğüne göre de, 60,000 papatya sevgi falı için koparılmış ve aşıkların üzerinde uzandığı 28,000 metrekarelik bir sahanın çimleri ezilmiş. Tahmini zarar, yarım milyon lira civarında.

Read More...