Seninle karşılaşmam hayatımın en büyük hatasıydı ve sırf seninle diğer tarafta karşılaşmamak için helal ediyorum hakkımı!
Bizi bilirsin, yaşamak biliriz, vademiz dolduğunda avuçlarına gömülmeyi.
Birisi bana ne yapıyorsun deyince, kısık bir sesle hiç diyorum. Kimse anlamıyor; hayatın içinden çıkamıyorum
Sana yangında kurtarılması imkansız acılar bırakıyorum.
Aşkın her halini gördüm! O yüzden artık ne hali varsa görsün!
Bir daha olmaz beni bu acımasız yalancı dünyaya kimse bağlamaz dersin sonra da sen çıkarsın inatla yaşamak zorundasın diyorsun ve emre itaat etmek zorunda oluyorsun her şeye rağmen tüm pisliklerine rağmen dünyayı seversin ve tüm kötülükleri görmez gözün sevgin o kadar büyük olur ki hiç bir şey umurunda olmaz ama bir anda acılar bir patlak verir feleğini şaşırırsın böyle.
Şarkılar bir çığlığa sığınmaksa. Şimdi, sonsuz bir yangın gibi. Sevmesem öyle kolay çekip gitmek; Yaralı bir kuş gibi.
Bende sana yetecek kadar ben kalmadı.
Eşyalar alındı fotoğraflar söküldü yerlerinden ve bir aşkın izlerini yok edecek başka bir aşk sipariş edildi yeniden.
Sizi sevenlerin sevgisine dikkat edin bazı sevgilerin son kullanma tarihleri geçmiş, bozuk çıkıyorlar.
Saklama yeteneği yüksek olan, güçlü biriyim. Hatta gözlerimden yaşlar düştüğünde bile şu iki kelimeyi söylerim: ben iyiyim.
Göz yaşlarım avucumda ve ben yine kapında. Bir kapıyı açıp AFFETTİM desen inan dökebilirim içimde ki dertleri de avucumda ki göz yaşlarımı da.
Ben, senin için ‘belkiydim’. Sen benim için ‘keşke’. ‘Belki’ seviyordur diye ‘keşke’lerim ısrarcı bu gece..
Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı, sesinin sesimde yankılanmasının.. sanki perdedekine üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün içime.. Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim seyir defterimde.. ve ben Amerikanca bi filmi Kürtçe seyrediyorum.
Gidebilirsin yada beni unutabilirsin. Ama ben yokmuşum gibi yaparsan eğer, hiç olmamışsın gibi davranırım! Kıvranırsın..
Biz, aynı tavla tahtasında farklı iki pul gibiyiz. Öyle ya, ‘birbirimizi kırmadan oyunu bitiremeyiz..
Papatyalar suçlanmamalı artık sevmiyor diye. Zaten sevse; ottan böcekten medet umulmazdı herhalde.
Kendine güvenip, ağzı laf yapanlara laf yaptığı içinde kendini adam sananlara kısa bir hatırlatma lafla adam olunmuyor .
O kadar yoruldum ki artık hiçbir şeye şaşırmıyorum ve umurumda değil hiç kimse, ne halim varsa görmekle meşgulüm.
Söylemek isteyip de söyleyemediğim çok şey var. Kiminin yüzüne kiminin gelmişine, geçmişine.
İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında ( Ankara ‘da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman) özlemeye başladım herkesi… Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra.
Denize sıfır evi hiç istemedim ben, ama hep gökyüzüne sıfır hayallerim vardı.
Neymiş, birini seviyorsak serbest bırakacakmışız, dönerse bizimmiş dönmezse hiç bizim olmayacakmış. Güvercin besliyoruz sanki.
Senden önce yaşam olduğu için senden sonra da olur sanma.
Çorap değiştirir gibi sevgili değiştiren, her yeni ilişkide temiz sayfa açtım diyenlere sesleniyorum: sizin defter kaç ortalı?
Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim, çocuk olmaktan. Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam.
Kaybetmeyi bilmeyen insana kaybetme korkusunu yaşatacaksın.
Seni seviyorum, ama seni sevmeyi eskisi kadar sevemiyorum.
Küskünlüğüm hayata değil, içindeki beş para etmez insanlara. Bıkkınlığım ise, onların yüzüne bakmak zorunda kalmam aslında.
Gitmen demek nefesimin kesilmesi demektir.
Ben bardak kırsam sakarım, annem kırsa nazar. Babam kırsa o bardağın orda ne işi var .
Pili bitmiş bir fotoğraf makinesi gibiyim artık. Kimseyi çekemem!
Sadece hayal kırıklığına değil hayat kırıklığına da uğrattılar.
Ağlatıyorsan gözyaşlarını silmeye gerek yok.
Mevsim ne olursa olsun her bakışında ilkbaharın taze kır çiçeklerini görüyorum.
Ölesiye değil yaşanılası gibi seviyorum seni, aldığın her nefeste yanında olmak gibi seviyorum işte.
Anladım ki ağaçlar, toprağa acı verdikçe büyüyorlar.
Gün gelir herkes gider buna sende dahil ey sevgili, bana vazgeçilmezim deme.
“Bir insanı sevmekle başlıyordu her şey” ve boşanmak için en az iki şahit gerekiyordu.
Sana, sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır. Aşk sorgusunda şahanem yalnızca kelepçeler sanıktır.
Zaman çok değişti. Artık katiller öldürmeden önce kendine iyi bak diyorlar.
Bende sana yetecek kadar ‘ben’ kalmadı.
Ve ben ne zaman kiminle sevişsem hala seni aldatıyorum.
Sevmeyene lafım yok ama seviyorum deyip de gidene lafım çok.
Hayatta herkesin uyacağı kural; “yolcu yolunda gerekmiş” tir.
Bir beyaz tutsaklık. İnsan kendine iltica edebilir mi?
Artık zaman bile yetmiyor yaşadığımızı sanmaya.
Yaşadıklarımız yazılıydı yazılmayan kitapta, okuyabilene.
Yoksulluk, kirden rengi tanınmayan.
Hadi şimdi gider pusulasına yazın kardeşlerimizin vasiyetlerini. Vergiden düşün babasız kalan çocukların acısını.
Dünyanın bütün okyanuslarından vazgeçiyorum ve gözlerinde ki Karadeniz’de boğulmak istiyorum.
Sen çok güzelsin sebepsiz de gülebilirsin.
Güvendikçe yenildim, yenildikçe değiştim.
Ne zaman öleceğimi bilseydim, ölüm anında gözlerinin içine bakardım sadece.
Devrimle yoğrulmuş bir aşk istiyorum mülteci bakışlarından.
Kalbim etten bir organ sadece kalbim yüreğim olur sen gelince.
Eskiden aşk’ından yataklara düşenler vardı, şimdide aşk diye yatağa düşenler var.
Gökyüzünde hayranlıkla izlediğim o sevgili yıldızım, mavi mekanından düşerek, ışıltısından, muhteşemliğinden, bir şeyi kaybetmeden bir kadına dönüşüver.
Aşkımız
Aşkımız iki gözlüklünün öpüşme çabasıydı;
gözlükleri çıkarmak hiç aklımıza gelmedi.
Hiç düşündün mü belkiyi
Belki, eline en yakışan takı benim elim.
Belki de en belli olacak yalan, benim söylediğim…
Belki sen ve belki ben…
Yoksulluk, kirden rengi tanınmayan
bir beyaz tutsaklık…
İnsan kendine iltica edebilir mi?
Ölü olarak ele geçiriliyor en sıcak insan sözleri..
Ve hüznüm bir kamu morgunda işe başladı.