Erkek olmak doğuştan gelen bir alın yazısı olsa da, adam
olmak her erkeğe nasip olmuyor.
Attığın tüm zarlar kaybettirdi bana. Hani sen benim düş
eşimdin.
Sana bir sır vereyim mi? Senden vazgeçtiğim gün bana aşık
olacaksın.
Anlamadım. Ben mi iyileşmemiş yarayım, herkes mi keskin
bıçak? Sormadım sadece kanadım.
Sevmek, ifade edebilmek kadar ifadeyi unutmamaktır da…
Belki de en sevdiğim sakarlığın, gözlerime takılıp yüreğime
düşmendi.
Gidiyormuş, ağırlaşır yağmurun iade etmediği karanlık bırak
gitsin. Hiçbir caddeye çıkmayacak o sokak artık.
Senin yaşın aşka tutmuyor sevgilim, lütfen gelme.
Sevgilim, seni anlatmaya tutulmuş bir güneş saatinden apaçık
başlamalı.
Siz bir kelebeğe tutunuyorsunuz telaşla, onu incitmeden,
kelebek telaşla geldiği tırtıla tutunuyor insan bu, azat etmek de gerek
korkmayın, unutuluyor.
Seni Babil’in asma bahçelerinde astım bak bakalım dünyanın
kaçıncı harikasısın.
Dünyanın en uzun gecesi 21 Aralık değil, beni terk ettiğin
gecedir.
Sevgilim, sevdanın sevdaya ettiğini etmez et, kemiğe.
Bir plak olsam. Zeki Müren çalsam, bozulsam. Aynı yerde
takılsam, hep tekrarlasam. Elbet bir gün buluşacağız.
O kadar düşledim ki seni sevgili, yitirdin gerçekliğini.
Biz ayrı dünyaların insanlarıyız dedi. Aman Allah’ım.
Üzüntüden kahrolacağım. Ben iki dünya olduğunu sanan bir malı mı sevmişim.
Kadınlar mı zeki yoksa erkekler mi diye merak edenler. Havva
bir elmayla kandırmış Adem’i.
Ne komünizm, ne kapitalizm, ne ateizm, ne sosyalizm
kısmetsizim…
Gözümü bağlayıp atsalar sırtımdan itip; yine senin yanına
düşerim, yer çekimi değil, yar çekimi.
Yaptığım şaka’nın ardından gözlerimin içine bakıp ”Aşk
Olsun” dediğinde , ”Keşke” demek için can atıyordum…
Benimle oynadın, bir tur yükseldin; aferin. Şimdi git onunla
oyna ama yanarsan yine benden başlama.
Her şeyi geriye saymaktan yorgunum, kaç intiharım varsa o
kadar sevgilim var.
Hiçbir lokantada tek başınıza oturabileceğiniz şekilde
dizayn edilmiş masa bulamazsınız, toplum sizi yalnızlıktan kurtarmak için
gerekirse ruh sağlığınızla oynar…
Toprak olsam üstüme basmayacaksın, hava olsam içine
çekmeyeceksin. Öyle düşmansın.
Bir kadın aşka inanmıyorum derken, aslında tek bir şey
söylemek istiyordur; hadi beni aşka inandır.
Yolun açık olmasın sevgili. Nasıl olsa önün açık her türlü
bulursun sen yolunu.
Şimdi aynı bardaktan su içemiyoruz. Ben bunu biliyorum, su
biliyor, bardak biliyor; bir sen bilmiyorsun.
Ayır bizi hâkim bey. Zaten görücü usulü evlendik. Ne ona
sordular bunu alır mısın diye? Ne de bana sordular, dünyaya gelir misin diye.
Artık aramızdaki uzaklıktan şık bir matem giysisi
diktirebilirsin kendine. Bir tek hücreni bile istemiyorum. Televizyonumun
çekmediği bir kanal gibisin çünkü. Sen git, bambaşka hayatların yatak
odalarında sıradan insanların tenlerini süsle.
Ah o tipine kurban olduğum bir de tipine yakışır bir yürek
taşısaydın…
Eros, yaşlandın mı? Ok’un gideceği yeri göremiyorsun. Ya bir
imkânsıza, ya da bir hayırsıza denk getiriyorsun.
Aşk, ağır iştir; emekli olamazsın, sigortası yoktur,
ikramiye alamazsın, yıllık tatil izni verilmez, greve kalkıştın mı yersin
sopayı, her dakika lokavt tehlikesiyle burun burunasındır, kaza riski
yüksektir, amatörce uğraşılır. Aşk, ağır iştir. Yol boyunca bunları şoföre
dayatamazsın. O, uykuya yenilmek üzeredir, sen ise rüyaya.
Eğer benim olsaydı sana zaman hediye ederdim. Elimde değil.
Ancak şimdi sana koca bir boşluk getiriyorum kucağımda. İçinde saf sözcükler ve
dağılmış bir ben olan. Zamanlı zamansız. Tamamen senin. İstediğin gibi doldur.
Sevdiğin kadar anla, anladığın kadar sahip ol.
– Alt yapısı olmayan bi şehir gibiyim..
Ne zaman hüzünlensem gözlerimi su basıyor..
Ve ne zaman seni düşünsem , kalbimin trafiği aksıyor…
Sen 1’imdin benim.
Bense 0’dım gözünde.
Görüyorsun ya sevgilim; 10 numara aşk yaşamışız seninle..
Sessizce fısıldadı “hep mutlu ol”
içimden cevapladım “sen hiç mutlu olma” ” …
Şimdi kim kimi daha çok seviyor acaba…
Mutlu ol diyen mi olma diyen mi ?
Sanmaki adını ağzıma alıyorum diye seni seviyorum….
Dudak tiryakiliği benimkisi seni içime çekmiyorum.
Birlikte olmamıza mesafeler değil, aptallığın engel.
Ayrılmak mı istiyorsun? Sabaha karşı kalkan ilk uçakla git
mesela. Ben bir kadeh daha içersem pilot olurum bindiğin uçağa.
Affedilen vazgeçilendir o, affedildi çünkü ondan vazgeçildi.
Ben bir silahım ama hiçbir silah yaralamaz insanı, bir başka
insan olmadan.
Bazı kızları yeni açılan mağazalara benzetiyorum,
bekledikleri ilgiyi görmeyince zararına veriyorlar.
Aşkı yüksek yerlere kaldırmalı ve üzerine şu not yazılmalı;
‘Alçak’ların ulaşamayacağı yerlere saklayın.’
Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır öküzü değil. Neden
dönmediğini şimdi anladım.
Geri gelmemelisin. Ya olduğun yerde kalmalısın ya da
gittiğin yerde. Sen bu hayatta gördüğüm en hoş’çakal’sın neticede.
10’suzum ama. 100’suz değilim.!
Bazı kadınların şövalye sandıkları adamların, aslında alüminyum
folyo ile kaplanmış denyo olduklarını görmeleri baya zaman alıyor.
Ben zilzurna sarhoş olsam da yaşadıklarımdan çıkarken hesabı
ödeyecek kadar ayığım.
Sıkı sıkı tembihlerler. Unut onu, aklına bile getirme, çıkar
kafandan, hafızandan sil. Sanki seven beynimizmiş gibi.
Duydum ki böbreğinde taş varmış sevgili. Kesin kalbinden
düşmüştür.
Sen bir defa olsun ‘seni seviyorum’ yalanını at; melekler
günahını bana yazsın, olur mu !!
Aklını başından almak istemiyorum, mümkünse aklı başında
birini alayım ben..
Beni unut diyorsun ya; bu bana imkansız geliyor çünkü; seni
unutmam için, hatırlamam gerekiyor.
Senin için ölürum’ dedi. ‘Benim için zaten öldün’ dedim.
Cesedini alıp çıktı .
Hadi simit satanı anladım, kestane satanı da. Peki ya dost
satan, o da mı ekmek parası?
Yemin ederim ki seviyorum’ dedi. Anladım; dinden imandan da
soğutacak şerefsiz.
Annem, neyin var? Diyerek böldü sessizliğimi. Ben de
gittiğini ve kaybettiğimi söyledim. O da saçlarımı okşayıp; üzülme evladım.
Cana geleceğine mal’a gelsin. Dedi.
Sorun ilişki durumu değiştirecek birini bulmak değil,
hayatını değiştirecek birini bulmak.
Hatırlıyor musun bana armağan ettiğin ilk şarkıyı, ‘ölünce
sevemesem seni’ ulan! Hayattayken bile sevmedin ki..
En basit yalanları gözüme bakarak söyleyen ahmaklar tanıdım.
Bense onların cahil cesaretlerine ve kuş beyinlerine hayrandım..
Otopsi istiyorum bu ayrılığa, aşkımız eceliyle ölmüş
olamaz..
Erkeklerin doğuştan bildiği ana dil
“ilgisizce.”
Suçumu cezama ikiz sayarken hakim, bari beklenmeyen şahit ol
sevdama. İdamıma elin boş gelme. Kendinle gel.
Tabiatın güzelliğine bak. Dedim. Ağaçlardan hiçbir şey
göremiyorum dedi.
Bir silahın şarjöründe tanışan iki soğuk mermi gibi, aynı
bedene sıkılan iki el kurşun gibi, katille kurban arasında o birkaç saniyelik
telaşla sevmiştim seni.
Sevgilim ‘beni aldatıyor musun dedi’, hayır onu aldatıyorum
dedim afalladı.
Senden evet cevabı alana kadar kendini yırtan sonra havalara
giren canlıya “erkek’ denir.
Tahterevalliden ilk kim kalkarsa yırtar, öbürünün kıçı yere
vurur!
Haddini aşmamak, kalp kırmamaktır edep. Dedikodudan, haksızlıktan ve ithamdan uzak durmaktır edep. Eyvallah kelimesi üzerine kafa yormaktır. Bilmediğin konuda susmak, bildiğin konuda ahkâm kesmemektir edep. İnsan ayrımı yapmamaktır. Aşırılığa gitmemektir.
Aynalar şehrine geldim çünkü benim hikâyemin önünü, benden
evvel kaleme alınmış bir başka hikâye tıkıyor. Aynalar şehrindeyim çünkü bir
kez şu bendi yıkabilsem sular çağlayacak, deli deli akacak; hissediyorum.
Akla kara ayrılsın diyedir bu ölümüne sevgi tekliflerimiz,
yoksa biz hangi yürek kaç para eder ta baştan biliriz. Kantara vuruyorsak
sevgilinin aşkını, yalanını kendi görsün diyedir.
“Uğursuz kuş o. İsmini anma, damına çağırma.” Dermiş
teyzeler, amcalar. Uğursuz kuşmuş baykuş; gece gördüğü, geceyi gördüğü için.
Kitap hâlâ kutsal benim için… Kelime hâlâ mühim ve harf hâlâ
muamma…
Uzaklaşırsın. Yol seni nereye götürürse. Yazı seni nereye
sürüklerse. Burnunda bir sizi. Ne de olsa her yolculuk geri dönememe ihtimalini
taşır bağrında.
Bir anın doğması için, bir anın ölmesi gerekir. Yeni bir
“ben” için eski bir ben’in kuruyup solması gibi…
En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak
yoksunluklar üzerine kurulanlardır.
Şimdi tek istediğim nefes alabilmek, ötesinde yok gözüm.
Kaçmak da mümkün buradan elbette ama benim istediğim kaçmak değil ki. Ne
varmayı arzuladığım bir öte diyar, ne de bir yerlerde bıraktığım kayıp bir
cennetim var. Sadece çıkmak istiyorum. Çıkmak da değil, çıkabilmek. Ben o
ihtimali seviyorum. Seçeneğim olmasını, kapının aralık kalmasını.
Günler günleri kovalıyor. Günler günleri aynen tekrarlıyor.
Yoruluyorlar. Yaşamaktan değil, yaşayamamaktan yoruluyorlar…
Uzaktan sevmek daha güzeldir bazen. Ne incitir ne acıtır. Ne
yaralar ne kanatır. Gözlerinle görmediğin ama sesini duyduğun, varlığıyla huzur
bulduğun bir denizin yakınında yürümek gibidir böyIe sevmek. uzaktan sevmek en
güzelidir bazen.
İçimin tünellerine girer girmez bir fener alıyorum elime.
Buralar çok karışık. Kaç defa geldim. Gene de hep kayboluyorum.
Kaç kitap okuyunca alım, kaç diyar görünce gezgin, kaç
hezimetten sonra bezgin olurdu insan? Kaç olunca çok; kaçta kalınca azdı
rakamlar.
Aşk sonradan gelmez hiçbir zaman. Varsa vardır, o kadar.
Binlerce kelime, onlarca hikâye var boğazımda düğümlenmiş.
Susuyorum konuşmam gereken yerlerde; dilimi tutamıyorum ne zaman susmam
gerekse. Anlatacak çok şeyim olsa da, emin değilim anlaşılmak istediğimden.
Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir.
Korka korka atar adımlarını. ‘Aman sakin kendini’ diye tembihler. Hâlbuki aşk
öyle mi? Onun tek dediği: ‘bırak kendini, koy gitsin!’ akıl kolay kolay
yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Hâlbuki hazineler ve defineler
yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!
Aşk diye bir şey yaşıyorum. Ne tek taraflı demeye dilim var,
ne de karşılıklı olduğuna ispatım…
Rüzgârı dilediğim gibi değiştiremem ama yelkenlerimi
ayarlayabilirim daima varmak için istediğim limana. Rüzgarla gelmedim,
demişti şems ki; rüzgarla gideyim senin hayatından!
Bedenlerimizi şekle sokmak için ne çok uğraş veriyoruz.
Hâlbuki beyinlerimizi, düşünce ve algılarımızı geliştirmek için çabamız ne
kadar az…
Bazen böyle birdenbire yaralanı veririz. Ama her yara
iyileşir. Eninde sonunda kabuk bağlar, üstünü kapatır. Gözlerden saklanır çünkü
hiçbir yara görülmek istemez.
Ve bir ayetin sıcaklığı sarıyor yüreğimi; Allah sabredenle
beraberdir.
Yalnızlık onca saçın arasında beyaz bir saç teli gibi.
Çektikçe çoğalıyor, çoğaldıkça arsızlaşıyor.
Dönüp dolaşıp vardığım yerde senden, bir senden uzak düştüm,
ayrı düştüm. Belki de ilk kez, o zaman bölündüm..
Derler ki, aşk da unutulurmuş her şey gibi. Hem de yaşanıp
bittikten, soğuyup küllendikten sonra değil, tam da doludizgin devam ederken
unutulurmuş aşk.
Bazen, hakikat bütün çirkinliği ve çirkefiyle karşıma
dikildiğinde, akıbetimi allayıp pullamak, süsleyip püslemek gelmiyor içimden.
Böyle zamanlarda gözlerimi kapatıp, usulca arkama yaslanıyorum ve küfre özenen
kelimelerin dişlerimin arasında bıraktığı o kekremsi tatla oyalanıyorum.
Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana
sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf
yankılanır. Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır.
Bedenlerimizi şekle sokmak için ne çok uğraş veriyoruz.
Halbuki beyinlerimizi, düşünce ve algılarımızı geliştirmek için çabamız ne
kadar az…
Uzaklaşırsın. Yol seni nereye götürürse. Yazı seni nereye sürüklerse. Burnunda bir sizi. Ne de olsa her yolculuk geri dönememe ihtimalini taşır bağrında.
Ölüm sahiciliğini yitiriyor kayıplar istatistiklere,
çatışmalar haberlere dönüştüğünde
Senin için değildi yaptığım onca şey, sadece sen zannettiğim
kişi içindi.
Değiştin diyorlar. Hayır! Kabul etmiyorum. Ben kademe
atladım sadece, artık uzun uzun susabiliyorum.
Elmas bir gözdür yürek. Ve çizilmeye görsün bir kere, artık
hep sedefsi bir yırtıkla bakacaktır cümle aleme.
İnsan nasıl ağzındaki yiyeceğin tadını kaybetmemek için yeni
bir şey yemek istemezse, o da gözlerinin en son gördüğü görüntüyü kaybetmemek
için yeni bir şeyi görmeyi istemiyordu aslında.
Aşık olmayana aşk kuru bir kelimeden ibaret. Yarı palavra,
yarı safsata. Aşık olmayan bunu anlayamaz, olansa anlatamaz. Öyleyse nasıl
anlatılabilir aşk, kelimelerin hükmünü yitirdiği yerde? Aşk’tan.
Korktu. Gidip de varamamaktan değil, varıp da dönüş
yollarını kaybetmekten değil, dönüp de geride bıraktıklarını yerlerinde
görememekten değil, bir kendini bulmaktan, bulduğundan korkmaktan korktu.
Her zaman kolay kolay itiraf edemesek de bunu kendi
kendimize, hep öteleri düşleyen, öte yer ararken en yakınlarındakileri mutsuz
eden bizler.. Ben.
Modern aşk istemem telaştan başka ne ki, ilkel
aşk isterim aşkın en ilkel halini… (Elif Şafak – Baba ve Piç)
Şimdi önünde iki seçenek var. Ya atlayacaksın denize,
dalgaları filan unutup, sen de bir katre olacaksın onun içinde. Ya da kıyıda
oturup, bekleyeceksin. Dalgaların kıyıya vurup, parçalanmasını
seyreyleyeceksin. O zaman da onlar birer katre olacak gözlerinin önünde. İki
türlü yaşanır hayat eğer bir şeye benzeyecekse. Ya kendini yok edeceksin
hayatın içinde, ya da hayatını yok edeceksin kendinde. ( Elif Şafak – Bit
Palas )
Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir.
Bu sebepten, “ne yapalım kaderimiz böyle” deyip boyun bükmek cehalet
göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir.
Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne
hayatının hakimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin… (Elif Şafak – Aşk)
Belki de insan bir şeye ne kadar yakınsa o kadar az
görebiliyordu. Yıldızlar gibi hayatın hakikatlerini keşfedebilmek için de
mesafe gerekiyordu. (Elif Şafak – Ustam ve Ben)
“Hissettin, ama hatırlamazsın. Nesnenin tabiatında var.
Geçen sefer ne çektiğimizi unuturuz. Gene analar gibi…Fakat bazı doğumlar
daha zordur tabii” (Elif Şafak – Ustam ve Ben)
Ne tuhaf. Bizi koruyan kollayan insanlar vardır etrafımızda.
Hiç fark etmesek de onlar oradadır daima. Karşılık ya da minnet beklemeden, sadakatle,
sevgiyle, sessizce…Nice sonra anlarız kıymetlerini. Hep geç kalırız teşekkür
etmekte… (Elif Şafak – Ustam ve Ben)
Kimse “Ben şöyleyim, ben böyleyim” dememeliydi
fazla. Belki de her insanın içinde hiç tanımadığı biri gizliydi. En sıkıntılı, en
beklenmedik anlarda çıkıveriyordu…Sadece tepemizdeki sema değil aslında tek
tek her insan koca bir muammaydı. ( Elif Şafak – Ustam ve Ben )
Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk emanet bir
oyuncaktan ibarettir. Kimisi o kadar ciddiye alır ki oyuncağını ağlar, perişan
olur onun için. Kimisi eline alır almaz kurcalar oyuncağı, kırar parçalar. Ya
aşırı kıymet verir ya kıymet vermez… ( Elif Şafak – Aşk)
Kanat çırpan kuşlara bakın. Kanatlarının nasıl hareket
ettiğine dikkat buyurun,bir aşağı bir yukarı. Bir hüzün, bir saadet. Böyledir
hayat. Hoş bir kararda, ahenk içinde, dengede… ( Elif Şafak – Aşk)
Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah
herkesin tıpatıp ayni olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı.
Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkalarına dayatmaya
kalkmak, Hakk’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir… (Elif Şafak – Aşk)
Neredeyse şafak vaktiydi, geceyle gündüz arasındaki o
tekinsiz eşiğe ramak kala. Hala mümkün avuntu bulmak rüyalarda ama onları sil
baştan inşa etmek için artık çok geç… ( Elif Şafak – Baba ve Piç)
Yirmi Yedinci Kural: Bu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl
seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf
çıkarsa, hayırlı laf yankılanır. Eğer çıkarsa, sana gerisin geri şer
yankılanır. Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında
kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et. Kırk günün
sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse, dünya
değişir. ( Elif Şafak – Aşk )
Burası benim şehrim. İstanbul’da doğdum, burada büyüdüm. Ailemin bu şehirdeki
tarihi en azından beş yüz yıl geriye gidiyor. İstanbullu Ermeniler İstanbul’a
aittir, İstanbul’lu Türkler, Kürtler, Rumlar ve Yahudiler gibi. Bir zamanlar
birlikte yaşamayı başarmıştık, sonra çok kötü çuvalladık. Şimdi tekrar
öğrenmeliyiz kozmopolitliği. Bir daha çuvallama şansımız yok. ( Elif Şafak
– Baba ve Piç )
Dostların arasında olmak çöl ortasında kendini yemyeşil bir
vahada bulmak gibidir. Kuruyan dilin suya doyar, daralan yüreğin ferahlar,
içindeki karamsarlık sisi perde perde kalkar. Dost umut demektir… ( Elif
Şafak – Firarperest )
Kim gerçek yabancı; bir ülkede yaşayıp başka bir yere ait
olduğunu bilen mi yoksa kendi ülkesinde bir yabancı hayatı sürüp ait olacak
başka bir yeri de olmayan mı? ( Elif Şafak – Araf )
Kendimdeki değişimi seyrediyorum. Aşık olmanın bir mucizeye
inanmaya benzediğini düşünmeye başladım. Aşk ta beklentiler ve inançlar ile
ilgili. İnsan kendisi için hala kurtuluş ümidi olduğuna ve günün birinde özel
birinin bunu mümkün kılacağına inanıyor. Bir mucize özlemi değil mi bu? Bu
dünyadan fazla bir şey beklememen gerektiğini bilsen de içindeki bir şey
diretiyor… Umut etmeyi sürdürüyor… Sevdiğin kişinin seni seveceğini umut
etmeyi. ( Elif Şafak – Araf )
“Sokakta oyun oynamayan, evde kitap okumayan çocukların
hayal güçleri nasıl gelişebilir?” diye devam etti Sakız Sardunya.
( Elif Şafak – Sakız Sardunya )
İşte bunu anlamıyordu Sakız Sardunya. O da seviyordu TV
seyretmeyi. Beğendiği filmler, diziler, çizgi filmler vardı. Ama “beynini
boşaltmak” istemiyordu. Annesi bu lafı ettiğinden beri, beynine birşey
olur diye korkusundan daha az TV seyrediyordu. Ne olur ne olmaz. Beyni insana
lazımdı. ( Elif Şafak – Sakız Sardunya )
Bir: Güçlü kuvvetli bir şey seni sıkı sıkı tutmaktayken dahi
düşebilirsin.
İki: Düşme edimi ille de aşağı doğru gitmek değildir;
yeterince tepetaklak olmuşsan yukarı doğru düşmeyi de başarabilirsin.
( Elif Şafak – Araf )
Nedendir açılıvermemiz birden bire hiç tanımadığımız bir
insana? Nedendir dile getirmemiz daha evvel kimselere söylemediklerimizi,
başkasına değil de, tek ona? Kalbimizi gümüş tepsi içinde ikram edercesine bir
yabancıya göstermemize sebep nedir? ( Elif Şafak – Ustam ve Ben )
Her hakiki aşk, umulmadık dönüşümlere yol açar. Aşk bir
milad demektir. Şayet “aşktan önce” ve “aşktan sonra” aynı
insan olarak kalmışsak, yeterince sevmemişiz demektir. Birini seviyorsan onun
için yapabileceğin en anlamlı şey değişmektir! ( Elif Şafak – Aşk )
Bir insanı haftada yedi gün, günde yirmi dört saat aynı
şekilde, hiçbir iniş çıkış yaşamadan sevmek mümkün mü? Hele seneler boyu…
Mümkün değilse şayet neden bu kadar zorlanıyoruz sevdiğimiz insanları,
sevmediğimiz anlar hatta günler olduğunu kabul etmekte.Keşke söyleyebilsek dürüstçe:
”Seni seviyorum ama şu anda değil.Seni görmek istiyorum ama bugün
değil.” ( Elif Şafak – Şemspare )
Aşk gibiydi okumak da….Neden, nasıl müptelası olduğunu,
bilen zaten gayet iyi bilirdi, bilmeyene de anlatamazdın bir türlü….
( Elif Şafak – Ustam ve Ben )
Sadece iki şey bakidir, derdi hizmetkarlar. Bir, Sibiryalı
Taras, bir de Osmanlı saltanatıdır. Gerisi fanidir. ( Elif Şafak – Ustam
ve Ben )
“Hâyâl, şeftali yanaklı bir genç kız. Bir su perisi
kadar cazibeli, bir su perisi gibi aldatıcı. Kucaklamaya kalksan, kayar gider
ellerinden. Tutamazsın. Hakikat ise beli bükülmüş, dişleri dökülmüş,
kamburu çıkmış bir acuze. Kolay kolay suratına bakamazsın.” ( Elif
Şafak – Siyah Süt )
Bir uçan balonum ben. Sönüyorum şimdi. Havalandıkça hava
kaçırıyorum. İçime aldığım havayı, içine karıştığım hayata veriyorum. Gövdem,
üzerine inen sineklikten kıl payı kurtulup sersemlemiş bir sinek gibi vızırdaya
vızırdaya, bir oraya bir buraya savruluyor havada. Eğer aşağıda bana bakan bir
yalnız-çocuk varsa şu anda, gözden kaybolmak üzere olduğumum farkındadır
herhalde. Ama zaten bu kadar seyretmek yeter. Zaten daha fazla görülmek istemem
çünkü mahremdir hayat. Ve mahrem olan her şey gibi, bazı bazı ırak
kalabilmelidir gözden, gözlerden. ( Elif Şafak – Mahrem )
Kaç kitap okuyunca alim, kaç diyar görünce gezgin, kaç
hezimetten sonra bezgin olurdu insan? Kaç olunca çok, kaçta kalınca azdı
rakamlar? ( Elif Şafak – Mahrem )
Bizler hal ehliyiz. Kalp ehliyiz. Aşk ehliyiz. Biz pergel
gibiyiz. Bir ayağımız şeriat üste sabit, bir ayağımızla yetmiş iki milleti
devrederiz. ( Elif Şafak – Aşk )
Tehlike insanın en az beklediği yerden gelir. ( Elif
Şafak – İskender )
Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah
herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı.
Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkalarına dayatmaya
kalkmak, Hak’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir!!! (Elif Şafak – Aşk)
Gözbebeği: insanlarda yuvarlak, hayvanların çoğunda ise
dikine elips biçiminde olan gözbebeğinin çapı, irise gelen ışığın miktarına
göre değişir. karanlık ve uzaklık büyütür gözbebeğini; aydınlık ve yakınlık
küçültür. yani bu kararsız çember, ışık varsa küçülür, ışık yoksa büyür. yakına
bakarken de küçüldüğüne göre, yakın olan aydınlıktır, aydınlıktadır. uzağın
payına karanlık düşer. zaten karanlığı kimse yakınında görmek
istemez. aşık olunca da büyür gözbebeği; demek ki âşık olunan hep
uzaktadır. aradaki mesafenin verdiği acıyı azaltmak için, maşuka ‘gözbebeğim!’
diye hitap edilir. ( Elif Şafak – Mahrem )
Erkekler; kadınları gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki,
Allah, insanların bazılarını bazılarından üstün kılmıştır ve erkekler
mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar;
Allah’ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi korurlar.
Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara önce öğüt verin,
sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve nihayet onları evden çıkarın /
bulundukları yerden başka yere gönderin! Bunun üzerine size saygılı
davranırlarsa artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir,
sınırsızca büyüktür. ( Elif Şafak – Aşk )
Zira aşk iktidarı sever. Bu sebeptendir ki başkalarına
ölümüne âşık olabiliriz ama bize ölümüne âşık olanları içten içe küçümser,
öteleriz. ( Elif Şafak – Baba ve Piç )
Aşkı aramadan evvel, düşün bir, ya benden nasıl bir aşık
olur? İnsanın sevdası karakterinin yansımasıdır. Sen kavgacı isen, ha bire
öfkeli, aşkı da bir cenk gibi yaşarsın. Gönlü pak olanın sevgisi de saf olur.
( Elif Şafak – İskender )
İnsan doğası böyle işte, en çok nefret ettiklerimiz en fazla
sevdiklerimiz oluyor hep. ( Elif Şafak – İskender )
Şimdi tek istediğim nefes alabilmek, ötesinde yok gözüm.
Kaçmak da mümkün buradan elbette ama benim istediğim kaçmak değil ki. Ne
varmayı arzuladığım bir öte diyar, ne de bir yerlerde bıraktığım kayıp bir
cennetim var. Sadece çıkmak istiyorum. Çıkmak da değil, çıkabilmek. Ben o
ihtimali seviyorum. Seçeneğim olmasını, kapının aralık kalmasını… ( Elif
Şafak – Med-Cezir )
“Evrendeki her cisim, ne kadar albenisiz ya da
ehemmiyetsiz görünürse görünsün, bir başka şeye yanıt olsun diye yaratılmıştı.
Derdin olduğu yerde deva da vardı, üstelik şaşırtıcı yakınlıkta. Mesele
görebilmekti.” ( Elif Şafak – İskender )
Sevdiklerimize verdiğimiz zararın bilincinde miyiz ? Keşke
ara ara kapsamlı bir tadilata girişsek benliğimizde. Keşke daha fazla
ertelemeden ve samimiyetle bakabilsek içimize. Oradaki yanlışları, hırsları,
kabuk tutmuş yaraları, tamahkarlıkları tek tek bulup ayıklayabilsek. Bir tabela
assak : ” Sevdiklerime verdiğim zarar için özür diliyorum. Şu anda tadilat
halindeyim, yenileniyorum…” ( Elif Şafak – Şemspare )
Endişe ediyorum, evet, ”iyi de onlar…” diye başlayan ve
sarpa saran cümlelerden. Hep ama hep kabahati öteki tarafa mal etmemizden ve
ilk adımın oradan gelmesini beklerken bir çıkmaz sokakta sıkışıp kalma
ihtimalimizden. ( Elif Şafak – Şemspare )
Aşık olmayana aşk kuru bir kelimeden ibaret. Yarı palavra,
yarı safsata. Aşık olmayan bunu anlayamaz, olansa anlatamaz. Öyleyse nasıl söze
dökülebilir aşk, kelimelerin hükmünü yitirdiği yerde? ( Elif Şafak – Aşk )
“…sahi YARİM ne güzel kelimeydi. Ağızda akide şekeri.
YARİM der sonra bir es verir, gayriihtiyarı susardın. Söyleyecek söz kalmazdı
ardından. Tek başına kaç cümleye bedeldi…” ( Elif Şafak –
Firarperest )
Zaten aşk dediğin, ardında ne olduğuna kimsenin akıl sır
erdiremediği kadife bir esrar perdesidir. ( Elif Şafak – Firarperest )
Belki de bir illetti aşk; insana hayat verse, ruhunu
şenlendirse de bir marazdı yine de. ( Elif Şafak – İskender )
Birinin korkulardan, evhamlardan bahsettiğini dinlemen onu
esnerken seyretmeye benzer. Daha onunkiler bitmeden bir bakarsın sen kendininkileri
saymaya başlamışsın. ( Elif Şafak – Araf )
Belki aşk sevgiliyi kazanmayı değil, onda kendini kaybetmeyi
gerektirir. ( Elif Şafak – Araf
Uzakları yakın, olmazları olur eden bir efsun aşk. İnsana
tükürdüğünü afiyetle yalatan, ettiği tüm büyük lafları bir bir hatırlatan,
bileğinden kavradı mı sarsan, sarstı mı bırakmayan bir yudumcuk efsun. Aşk
bir kimyasal bileşim. Formülünde esrar var. ( Elif Şafak – Siyah Süt )
Az gelişmiş aşklar ülkesi olarak dünya milletleri arasında ön sıraları işgal ediyoruz.
Birleşmiş Milletler istatistiklerine göre ancak Nijerya ve Gana bizden daha az gelişmiş. Aşık olma oranı yüz binde 42. Beş yıllık plan %100 gerçekleştiği takdirde bu oran 1980’de yüz binde 86 olacak. Gene yeterli değil. Planlama örgütünde herkes evli olduğu için, meselenin üzerinde çok durmuyorlar. 5 yıllık planın uygulanmasına geçeli bizim sınıftan yalnız Güner aşık oldu; o da bir bar artistine. Cinsi aşk olduğu için sayılmadı. Aşkta geriyiz de başka şeylerde ileri miyiz sanki? Yalnız trafik kazalarında birinciyiz. Buyrun bakalım. Binde dört onda iki. Gururumuza dokunuyor. Selim kadar olamıyoruz. Ayrıca, büyük şehirlerde bir bakıma yüksek görünen bu oran, köylere doğru gittikçe azalıyor. Milli gelirin dağılımı gibi. Aşk sağlığı enstitüsünün bültenine göre, 1 yıl içinde sadece 12,716 muhallebicide buluşma, 7008 durakta buluşma (bunun 1825’i gerçekleşmemiş), 1462 çeşitli açık yer gezintisi (parklar, kırlar, adalar vs.) ve yalnız 612 sinema locası olayı tespit edilmiş. Buna gizli aşkları da ekleyin. Gizli aşk sayısının da, ihtimal hesaplarına göre 4,600 kadar olduğu tahmin ediliyor. Emniyet genel müdürlüğünün tespit ettiğine göre de (yuvarlak olarak) 126,800 bakıp da iç geçirme, 44,000 otobüs ya da dolmuşta hafifçe temas, 4,200 peşinden gidip de vazgeçme, 850 eve kadar izleme ve 15,700 uzaktan aşık olma ve sadece (bu sayı kesin) 814 ümitsiz aşk olayı kaydedilmiş. Bu arada, park bekçileri, 82,000 kadar çifti düdük çalarak, tabanca çekerek ve benzeri tehditlerle korkutmuş. Parklar, bahçeler ve kırlar genel müdürlüğüne göre de, 60,000 papatya sevgi falı için koparılmış ve aşıkların üzerinde uzandığı 28,000 metrekarelik bir sahanın çimleri ezilmiş. Tahmini zarar, yarım milyon lira civarında.